Toplumsal Şiddet ve Savaştan Uzak Barış Günleri Diliyoruz!


Bilindiği gibi, bizim Barış Günü’müz, dünyadakinden farklı bir günde kutlanıyor. Dünya 21 Eylül’de kutlarken, biz halen 1 Eylül’de, insanlık tarihinin en kanlı savaşlarından olan II. Dünya savaşının başlamasına yol açan Nazilerin Polonya’yı işgal ettiği günün yıldönümünde kutluyoruz. Yıllardan beri savaşın eksilmediği bir coğrafyanın ortasında nefes alan bizler, yeniden ve yeniden etrafımızdaki savaşların içine çekilme tehlikesi yaşarken, topraklarımızdaki savaş tehditlerini barış umuduyla söndürmeye çalışırken, ister 1 Eylül olsun, ister 21 Eylül, bizim için önemli olan ‘Dünya Barış Günü’ kutlamak değil, onu gerçekten Dünya Barış Günü kılmaktır.

İnsanlık için, her zaman en eski, en temel, en insani, en masum ve en acil istek olan barış isteğini ne yazık ki, adına ‘ilerleme’ dediğimiz her türlü bilimsel, teknik gelişmeye karşın, yaşadığımız yerkürede kalıcı bir şekilde güvenceye alabilmiş değiliz. Bilimsel ve teknik olarak o kadar geliştik ki, çocuk ölümlerini, cinayetleri, insanlık acılarını, doğa kıyımlarını anında canlı olarak izliyoruz, internette en çok onları tıklıyoruz. Aslında toplumsal bir dehşetin içine çekiliyoruz, başkalarının acılarını izleyerek, kendimize bir dehşeti tekrar tekrar yaşatıyoruz. Bu durum için çeşitli evrimsel, psikolojik, sosyolojik açıklamalar yapmak, savaşın nedenleri üzerinde durmak, sınıfsal tahliller yapmak mümkünse de, bunların hiç biri vicdanımızı rahatlamaya, geleceğe umutla bakmaya yetmeyecektir.

Nedir gerçekte düşlediğimiz barış? Basmakalıp ve kitabi tanımlardan önce, bir ozanın, Yannis Ritsos’un dilinden yalın bir tanım ile:

“Çocuğun gördüğü düştür barış.

Ananın gördüğü düştür barış.

Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.”

“Barış” kavramı, geleneksel kavrayışla uzun yıllar “savaş”ın karşıtı olarak kullanılsa da son yıllardaki yönelimde, bu dar kapsam yerine, “barışın karşıt kavramı artık sadece savaş değil, bütün görünümleriyle şiddetin kendisidir.” denilmeye başlandı. Dünya barışı ülküsü ise tüm ulusların savaşı önleyen politikalar güderek ulaşacağı küresel bir şiddetsizlik amacı olarak tanımlanmaya başlandı. Kalıcı barış, şiddeti reddetmekle, çatışmaların çıkmasını baştan önleyen bir düzen kurulmasıyla, her sorunda şiddetsiz çözümleri keşfetmekle ve uygulamakla mümkün olur. Barış ve şiddetsizlik kültürünün güçlendirilmesi için, uyum içinde yaşamak, karşılıklı saygı çerçevesinde çok kültürlülüğü benimsemek, diyalog üzerine inşa edilmiş politikalar geliştirmek, insan onurunu desteklemek, silahsızlanma kültürünü güçlendirmek ve kalıcı barışı inşa etmek için eğitime önem vermekten daha etkili bir araç yoktur.

Şiddet her şekliyle, toplumlar üzerinden kolayca yayılma özelliği taşıyan etki yaratıp travmalara neden olmakta ve toplumsal bütünleşmeyi zayıflatmaktadır. Şiddet sarmalına giren toplumlar nedensiz savaşlara, dayanaksız iç çatışmalara açık hale gelmiş olurlar. Bu toplumlarda dinsel - mezhepsel, milliyetçi - ırkçı ayrımlara dayandırılarak sürdürülen çatışmalarla halklar birbirine düşmanlaştırılırken, sivil katliamcılık, linç kültürü ve işkence yaygınlaştırılmakta, ölüm cezaları ile toplumların adalet ve barış duyguları hadım edilmektedir.

Değişik amaçlarla toplumların içine sürüklendiği savaşlar, doğrudan ya da dolaylı yollarla toplum sağlığını etkileyip bozmaktadır. Savaşlarda yaralanma, ölümler, sakatlıkların yanı sıra akıl sağlığının olumsuz etkilenmesi gibi doğrudan şiddetin yarattığı sonuçlar da vardır. Bunlar nesiller boyu süren, tamiri zor ya da imkansız sonuçlar doğuran sağlık sorunlarıdır. Savaşlar ile birlikte göç, yerinden edilme, yoksulluk, yaşam koşullarının bozulması, sağlıklı gıdaya ulaşamama, yetersiz ve dengesiz beslenme gibi dolaylı sonuçlar da ortaya çıkmaktadır.
Savaşın en ağır bedelini ise dün olduğu gibi bugün de en ağır haliyle çocuklar ödüyor. Kimisi henüz yürümeyi öğrenmeden sonu gelmeyen bir sürgün yaşamına mahkum edilirken, kimisi de bombaların ve bombaları yönlendiren serseri politikaların hedefi olarak aramızdan ayrılıyor. Biz ise acı bir görüntünün yarattığı etki kadar olan bitenden haberdar olabiliyoruz. Savaş ve göç fotoğrafları da tüketimin bir parçası olarak, ani reaksiyonla çok konuşulup, çabuk unutuluyor. Minik bedeni Bodrum’da kıyıya vuran 3 yaşındaki Aylan bebek neden oradaydı bunu hiç düşündük mü ve düşünmeye devam ediyor muyuz? Oysa unutmamalıyız ki; Savaş öldürür, Savaş sakat bırakır, Savaş göç ettirir, Savaş çocukları, kadınları öncelikle etkiler, Savaş işkence başta olmak üzere ağır insan hakları ihlallerinin kaynağıdır, Savaş toplumların ruhsal dünyalarında gelecek nesillere de aktarılan derin örselenmelere yol açar, Savaş ekolojik yıkımdır, Savaş ekonomik kaynakları yok eder.

“Savaş yalanlarla başlar, yalanlarla sürer, gerçeklerle sona erer”.

Hekimlik değerleri, savaşın galibin olmadığı, kazanan kim olursa olsun her iki tarafın da kaybettiği gerçeği üzerine kurulmuştur. Savaşlarda askerden çok siviller ölmekte, toplumda sağlığın alt yapısını oluşturan koşullar ortadan kalktığı için sağlıksızlık ortaya çıkmaktadır.

Kişi yaşamına ana karnından ölümüne kadar saygılı olacağına yemin etmiş bir mesleğin üyeleri olarak, acıların hafifletilmesi asli görevimizin yanında, acılara yol açılmaması için savaşın ürkütücü sonuçları konusunda siyasetçileri, hükümetleri ve tüm yetki sahiplerini uyarmamız gerektiği bilinci ile, barış hepimizin öncelikli amacı olmalıdır diyoruz.

Ülkemizde Halk Sağlığı’nın kurucusu olan Nusret Fişek hocamızın “Sağlığın yolu, barış ve demokrasiden geçer.” deyişi ile barış gününüzü kutluyoruz.


“Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların

Sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.

Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.”
Makaleye Dön
31-08-2018, 00:00