Kadınların ‘Ölmek İstemiyoruz’ İsyanına Kayıtsız Kalınamaz! Kadın Cinayetleri Politiktir!


Dört yıl önce ayrıldığı eski eşi Fedai Baran tarafından öldürülen Emine Bulut’un “Ölmek istemiyorum” ve hastanede yanında olan 10 yaşındaki kızının “Anne ölme” sözleri, Türkiye’de kadına yönelik şiddetin en acı ve çıplak ifadesi oldu. “Ölmek istemiyorum” sözü, her gün her saat “kocası” “sevgilisi” “babası” “ağabeyi” “kardeşi” tarafından, “aşk” “namus” “töre” gibi gerekçelerle öldürülen kadınların bir feryadı olarak “artık yeter” çığlığını yükseltti.

Kamuoyuna yansıyan verilere göre erkekler 2018'de en az 255 kadını, 2019’un ilk yedi ayında ise en az 184 kadını öldürdü. Ataerkil yapının belirlediği siyasal, kültürel, dinsel, törel ve sosyal referanslarla kadınların görünmezleştirildiği ve nesneleştirildiği bir düzende her kadının yaşamının pamuk ipliğine bağlı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Erkeklerin kadınların yaşamlarını ve canını şiddet aracılığıyla ipotek altına almasını kolaylaştıran en önemli faktörlerden birisi ise iktidar erkinin ve yasal düzenin eril kodlarla çalışmasıdır.

Kadınları ve kız çocuklarını öldüren, cinsel istismar uygulayan, seks işçiliğine zorlayan erkeklerin mahkemede “kravat taktığı” için iyi hal indirimi aldığı bir ceza sisteminde, cezaevinden veya nezarethaneden çıktıktan sonra “aslan parçası” diye sırtının sıvazlandığı bir sosyolojik yapıda, şiddetin ve ölümlerin önlenemeyeceği ortadadır.

Kadına yönelik her türlü fiziki ve psikolojik şiddeti önlemek için etkin mekanizmalar oluşturmak yerine, kadınların hukuki güvencelerini kaldıran iktidar politikaları yeni ölümlere ve şiddet vakalarına davetiye çıkarmaktadır. Erkeği koruyan ve cezasız bırakan yargı sistemi, kadına yönelik şiddetin başlıca yapı taşlarındandır.

İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasasının hedef gösterilmesi ve kadın haklarının gasp edilmesi ise kadın cinayetlerinin önünü açmaktadır. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen ismiyle İstanbul Sözleşmesi tam 40 ülke tarafından imzalanmıştır. Türkiye ise, 12 Mart 2012’de sözleşmeyi onaylayan ilk ülke olmuştur. İstanbul Sözleşmesi, 2011 yılında kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının kadın örgütleriyle birlikte hazırladığı 6284 sayılı Kanun çalışmalarıyla aynı döneme denk gelince birlikte değerlendirilmiştir. Türkiye’ye kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda pek çok yükümlülüğe işaret eden bu sözleşme ne yazık ki son dönemde iktidar ve muhafazakar-gerici kesimler tarafından “aile birliğine tehdit” şeklinde resmedilerek hedef tahtasına konulmuş ve feshi gündeme getirilmiştir. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın organizasyonuyla hazırlanan 11. Kalkınma Planı’ndan “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramı Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığından Strateji Geliştirme Başkanlığı’nın isteğiyle çıkarılmıştır.

İktidarın göstermelik taziyeleri ve açıklamaları dışında sıkça gündeme getirdiği cinayet veya istismar sonrası idam, kastrasyon gibi cezalandırma pratiklerinin kadına yönelik şiddeti durduramayacağını da belirtmek gerekir. Kadına yönelik şiddeti büyüten siyasal-ekonomik-kültürel-sosyolojik-dinsel ataerkil öğeler silikleştirilemedikçe her gün yeni şiddet haberi gelecektir.

Yaşamdan ve yaşatmaktan yana kadın hekimler olarak kadına yönelik şiddete artık yeter diyoruz! “Kadın erkek eşit değildir” diyen, “kadınların tek kariyerinin annelik” olduğunu söyleyen iktidarın cinsiyet ayrımcı muhafazakar-gerici politikalarına sessiz kalmayacağımızın bilinmesini istiyoruz! Yükselen kadın mücadelemizin yapı taşlarından olan İstanbul Sözleşmesinin etkin hale getirilmesi ve yükümlülüklerinin uygulanması konusunda takipçi olmaya devam edeceğiz.

ANKARA TABİP ODASI

KADIN HEKİMLİK ve KADIN SAĞLIĞI KOMİSYONU
Makaleye Dön
24-08-2019, 00:00