24-30 Nisan Dünya Bağışıklama Haftası Basın Açıklaması


24-30 NİSAN DÜNYA BAĞIŞIKLAMA HAFTASI

BASIN AÇIKLAMASI

24 Nisan 2019

Dünya Sağlık Örgütü’nün her yıl Nisan ayında gündeme getirdiği Bağışıklama Haftasında bu yıl Türkiye aşılama konusunda büyüyen sorunlarla uğraşmaktadır. Bağışıklama Haftası vesilesiyle Türkiye’deki bağışıklama sorunlarına değinmek istiyoruz.

Aşılar çok önemlidir

Aşılar aşıyla korunabilen hastalıklarla mücadelede çok önemli bir araçtır. DSÖ kızamık aşısı yapılmadığında yılda 2,7 milyon çocuğun kızamık komplikasyonları nedeniyle öleceğini öngörmektedir. ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi verilerine göre çocuk felci (polio) aşısı yapılmaması durumunda her yıl çocuk felcinin neden olacağı akut paralizi ve ardından gelişecek kalıcı fiziksel engellilik sonucu ölüme kadar giden bir sürecin gözleneceği yaklaşık 20.000 hasta çocuk ortaya çıkacaktır. Sonuç olarak birçok hastalığın ortadan kalkmasında ve yaşanan salgınların tekrarlanmamasında aşıların katkısı yadsınamaz ve bağışıklama en güçlü ve düşük maliyetli halk sağlığı girişimi olmaya devam etmektedir.

Başarılı bir bağışıklama hizmetleri geçmişimiz var

Geçmişe baktığımızda, çiçek ve çocuk felci hastalığının kökünün kazınması, yenidoğan tetanozu hastalığının elimine edilmesi, difteri hastalığının son 15 yılda yalnızca 1 olgu olacak şekilde azalması gibi övülesi başarıları gerçekleştirmiş bir sağlık örgütümüz olduğunu görmekteyiz. Özellikle birinci basamak sağlık hizmetlerinde görev yapan hekim, hemşire ve ebelerin özverili çalışmalarıyla bu başarıların elde edildiğini vurgulamak gerekir.

Aşısız çocuk sayısı gün geçtikçe artıyor, salgın tehlikesi büyüyor

Türkiye’de bağışıklama hizmetleri toplum bağışıklığını sağlamak ve salgınları önlemek hedefi üzerinden yürütülmemekte ve giderek toplum bağışıklığı sağlama hedefinden uzaklaşılmaktadır. Türkiye’de halen aşılanmayan çocuklar azımsanmayacak sayıdadır. Türkiye’de ilçe düzeyinde bakıldığında, difteri, boğmaca, tetanoz içeren beşli aşının 3. dozunun %80 ve üzerinde olduğu ilçe sayısının 957 bölge içinde yalnızca 79 (%8) olduğu görülmektedir. Kızamık salgınlarını önlemek için gerekli %95 ve üzerinde aşılamanın sağlandığı ilçe sayısı yalnızca 53 (%6)’tür. Kızamık aşısının 2. dozu için kapsayıcılık ise sadece %3’tür.

Nüfus ve Sağlık Araştırması 2013 verilerine göre hiçbir aşı yaptırmamış olma durumu 13-26 aylık çocuklarda 2008’de 20 bin dolayında (%1.6) iken 2013’te 37 binlere (%2.9) çıkmıştır. Hiç aşılanmamış olma, yoksul ve eğitimsiz gruplar gibi dezavantajlı gruplarda ise daha çok artış göstermektedir.

Sağlık hizmetlerinin erişemediği ve bu şekilde aşısız kalan çocukların yanında aşı reddi giderek büyüyen bir toplum sağlığı sorunudur. Sağlık Bakanlığı’nın rakamlarına göre 2011 yılında ailenin aşıyı red etmesi nedeniyle aşı olamayan çocuk sayısı 183 iken, 2017’de bu rakam 23 bine ulaştı. Bugün bu sayının çok daha fazla olduğu kolaylıkla tahmin edilebilir.

Ebeveynlerin aşıyı red etmesi nedeniyle aşı olamayan çocukların sayısının artışı karşısında bizi bekleyen tehlike, aşıyla önlenebilen ve artık unutulmaya yüz tutmuş enfeksiyon hastalıklarının salgınlar ile karşımıza çıkmasıdır.

Hekimler olarak ailelere sesleniyoruz

Aşılar, bulaşıcı hastalık kontrolünde önemli bir yere sahip, bilimsel yollarla üretilen son derece güvenilir tıbbi ürünlerdir. Aşı uygulaması aşıyla önlenebilen hastalıklar için en etkili korunma stratejisidir. Unutulmamalıdır ki aşı takvimindeki aşılar, bilim insanlarından oluşan bir Aşı Danışma Kurulu tarafından belirlenmektedir. Aşıların her yönden kalite denetimleri ise Sağlık Bakanlığı tarafından yapılmaktadır. Ebeveynler, çocuklarına uygulanacak aşılar ile ilgili kaygı duymamalıdır.

Ayrıca hatırlanması gereken bir gerçek, bugün otuzlu yaşlarda olan ebeveynlerin, Türkiye’de aşılamanın yaygınlaştığı bir dönemde çocukluklarını geçirdikleri ve aşılama hizmetlerinden büyük oranda yararlandıklarıdır. Eğer öyle olmasaydı, büyükanne ve büyükbabalarının kuşağında olduğu gibi 1000 canlı doğumdan 250’si bir yaşını göremeden ölmüş olacaktı. Aşılama sayesinde pek çok ölümün önlenmesi ve sonucunda bulaşıcı hastalıkların toplumda az görülmesi bizi yanıltmamalıdır. Aşılanan kişi sayısı azalmaya başladıkça aşıyla önlenebilen hastalıkların geri gelmesi son derece olasıdır.

Nitekim Dünya Sağlık Örgütü, 2017 yılında kızamık olgu sayısının dört kat arttığını bildirmiştir. ABD’nin bazı eyaletleri, bazı Avrupa ülkelerinde kızamık sayıları giderek artmaktadır. Türkiye’de de kızamık sayısında artış gözlenmektedir, 2009’da 8 olan kızamık olgu sayısı 2018’de laboratuvarda doğrulanmış 566 olguya ulaşmıştır. Bunların 512’si yerlidir.

TTB’nin önerdiği yasa değişikliği Sağlık Komisyonu’nda incelenmeyi bekliyor

Türkiye’de mevzuattan kaynaklanan eksikliğin giderilmesi için geçtiğimiz yıl bu günlerde yasa değişikliği önerimizi milletvekili meslektaşlarımız aracılığıyla TBMM’ye sunmuştuk. Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nda yapılacak değişiklik ile Sağlık Bakanlığı’nca belirlenmiş aşı takvimindeki aşıların zorunlu olmasını öngören bu yasa değişikliği önerisi hala TBMM Sağlık Komisyonu’nda görüşülmeyi beklemektedir. Her ne kadar zorunluluk yerine aşılar konusunda bilgilendirme ve kabul oluşturmanın önemli olduğunu savunsak da, yasal boşluğun da bir an önce doldurulması gerektiğine inanıyoruz. Son yıllarda ortaya çıkan kızamık salgınları sonrasında İtalya, Fransa gibi bazı ülkeler, daha önceleri ebeveynlerin onayına bıraktıkları aşıları zorunlu hale getirmişlerdir.

Komisyonda bekleyen yasa değişikliği önerisinin acilen gündeme alınmasını talep ediyoruz.

Aşılama hizmetleri kamusal bir sorumluluktur!

Aşı karşıtlığı, bağışıklama için bir tehdittir. Toplum bağışıklığının sağlanamaması yeniden aşıyla korunabilen hastalık salgınlarına yol açacak ve toplumun en kırılgan kesimleri başta olmak üzere tüm toplum zarar görecektir. Bu nedenle aşı karşıtlığı, aşı reddi ve aşı konusunda tereddüt ciddiyetle ele alınmalıdır.

Aşılama hizmetleri kamusal bir sorumluluktur. Bu nedenle kamuoyunun bilimsel veriler ışığında aşıyla korunabilen hastalıklar konusunda aydınlatılması, aşı karşıtı tezlerin çürütüleceği eğitsel araçların geliştirilmesi ve risk altındaki kişilerin bağışıklama ile korunması konusunda yasal düzenlemelerin yapılması gereklidir. Devletin konu ile ilgili yasa çıkarmamasının pozitif ödev yükümlülüğüne aykırı davranış olarak suç kabul edilebileceği de unutulmamalıdır. Yetkililer bu konuda net ve tutarlı bir tutum izlemelidir.

Aşı karşıtlığı yaparak toplumdaki bağışıklık oranlarının düşmesine, salgınların ortaya çıkmasına neden olanlar konusunda tutarlı bir kamusal sorumlulukla yasal yoldan mücadele edilmesi; bilimsel verilere dayanmayan, gerçeği yansıtmayan bilgilerin yaygınlaşmasının önlenmesi de çok önemli ve gereklidir.

Aşı uygulamasını yürüten hekimlere de büyük sorumluluk düşmektedir. Aşı uygulaması yapan hekimlerin, aşıları kaygı ve kuşkuyla karşılayan kişilere ve onların dini inançlarına saygılı bir biçimde yaklaşmaları önemlidir. Hekimler aşı konusundaki tereddüdün, buna yol açan etmenlerin, bu alanda sık kullanılan tartışmaların farkında olmalıdır. Aşı reddi ve aşı karşıtlığı ile mücadelede bilimsel verilere dayanan ve karşıdaki kişiyi anlamaya ve ikna etmeye çalışan; ötekileştirici, yargılayıcı olmayan bir yaklaşım izlenmelidir.

Aşı reddi nedeniyle, en fazla birinci basamak sağlık kuruluşlarında çalışan hekim ve hemşire-ebe mağdur olmaktadır. Sağlık Bakanlığı’nın aktif bir tutum almaması, sağlık çalışanları ile ebeveynleri karşı karşıya getirmektedir.

Toplum sağlığını tehdit eden boyuta geldiğini her fırsatta dile getirdiğimiz aşı reddinin önlenmesi konusunda Sağlık Bakanlığı’nı sorumluluklarını yerine getirmeye ve birlikte çalışmaya davet ediyoruz.

Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
Makaleye Dön
24-04-2019, 00:00