Yeni Yürürlüğe Giren “Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği” Hakkında ATO Hukuk Bürosu’nun Değerlendirmeleri |
Ülkemizde “tıpta uzmanlık eğitimi”, tıp bilimi ve hekimlik mesleği ile halkın yaşam ve sağlık hakkı açısından taşıdığı önem ve vazgeçilmezliğin yanında, ne yazık ki belli başlı sorun alanlarından biri olma niteliğini de öteden beri sürdürmektedir. Değinilen “sorun” ise; bilimsel ve mesleki alana nitelikli bir katkı sunması zemininde, bu kurumun işleyişinde gözlenen eksiklikler kadar; başta “eğitim görenler” (asistan hekimler) olmak üzere, bu kurumun öznelerinin maruz kaldığı hak kayıpları ve mağduriyetlerle de şekillenmektedir. Bu alana özgü yeni bir normatif belirlemenin de, öncelikle mevcut sorunu/sorunları tespit ederek çözüme kavuşturmayı amaçlayan bir iradeyi, gerçeklik ve samimiyet temelinde yansıtması beklenir. Tıpta uzmanlık eğitiminin öznesi olan hekimlerin talep ve beklentilerinin ise, anılan gerçeklik ve samimiyet açısından eldeki başlıca test kiti olacağı da tartışmasızdır. 2014 yılında çıkarılan önceki yönetmeliğin varlığına son vererek, 03.09.2022 tarih ve 31942 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan yeni “Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği” de, öncelikle yukarıda değinilen göstergelere göre bir değerlendirmeye fazlasıyla muhtaçtır. Nitekim yeni yönetmelik; tıpta uzmanlık eğitimi alanında, düne kadar inkâr edilip görmezden gelinen sorunların, artık böylesi bir tutumun dahi kolaylıkla yapılamayacağı son derece ağır bir tabloya evrildiği güncel süreçte, özellikle asistan hekimlerimizin yükselen sesine ve meşru eylemliklerine de bir yanıt olarak sunulmaktadır. Peki, yeni yönetmeliğin, tıpta uzmanlık eğitimine ve hekimlerimizin talep ve beklentilerine verdiği yanıtlar, öngördüğü çözüm mekanizmaları, nelerdir ve yeterli midir? Bu kapsamda şüphesiz öncelikle bakılması gereken, tıpta uzmanlık eğitiminin niteliğini ve işlerliğini belirleme, bu eğitimi yapılandırma ve de denetleme noktasında önemli bir işlevi bulunan “Tıpta Uzmanlık Kurulu (TUK)”nun, yeni yönetmelik lafzında nasıl ele alındığıdır. Yönetmeliğin “ikinci bölümü”, önceki yönetmeliğe benzer biçimde TUK’a dair temel normatif düzenlemelere yer vermekte; yapısı ve işleyişine dair hükümleri içermektedir. Ancak en baştan söylemek gerekir ki; TUK’un, idarenin mutlak belirleyicisi olduğu tek sesli bir yapı yerine; daha demokratik, şeffaf ve katılımcı bir yapıya kavuşturulması yolundaki haklı beklentilerin, yeni yönetmelik ile yine karşılanmadığı görülmektedir. Kurulun toplam üye sayısı yeni yönetmelikte değişmemekte (16); bakanlığın doğrudan belirlediği kişi sayısı da yine 8 olarak korunmaktadır (bkz. m. 4). Ancak YÖK’ün üye sayısı 6 ya çıkarılmakta, bu değişikliğin ise asıl olarak Gülhane Askeri Tıp Fakültesi’nin varlığına geçmiş süreçte son verilmesinden kaynaklandığı, önceki yönetmelikte bu kurum tarafından belirlenen bir sandalyenin, şimdi YÖK’e eklendiği görülmektedir. Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Türk Diş Hekimleri Birliği’ne (TDB) ait yalnızca birer üye belirleme yetkisi ise, olduğu gibi durmaktadır. Oylarda olası bir eşitlik durumunda, kurul başkanının (ki yeni yönetmelik, TUK’un başkanı olarak Sağlık Bakanlığı bakan yardımcısını işaret etmektedir) bulunduğu tarafın çoğunluğu sağlayacağı yolundaki usulü düzenleme de yine aynen mevcuttur. Yeni yönetmelik ile kuruldaki görüşmelerin, “kurul başkanı” (bakan yardımcısı) tarafından tek yanlı iradeyle belirlenecek gündemdeki sıraya göre yapılacağı öngörülmüş olup, önceki yönetmelikte yer almayan bu “gündem belirleme yetkisi ” ile, kurulun zaten demokratik ve katılımcı olmayan yapı ve işleyişine yeni bir darbe daha vurulmuştur (bkz m. 4/6). Yeni yönetmeliğin, kurul kararlarının bağlayıcılığı ve etkinliğine yönelik ayrıca vurgular yapma, hatta kimi yaptırımlar dahi öngörme ihtiyacı duyması, bir anlamda artık TUK’un ciddiye alınmasını istiyor görünmesi ise, özellikle dikkat çekicidir. Buna göre, (bkz. m. 4/8); kurul kararı ilgili kurumlarca ivedilikle uygulanacak, uygulanmaması durumunda ise ilgili kurum uyarılacak, bu durumun devam ettiğinin tespiti halinde ise ilgili uzmanlık eğitimi programının eğitim yetkisinin askıya alınmasına ve programdaki mevcut uzmanlık öğrencilerinin başka programlara nakline dahi (TUK tarafından) karar verilebilecektir. TUK ile eğitim kurumları arasındaki ilişkinin, şimdi böylesi bir düzenlemeye ve yaptırıma tabi tutulması, tıpta uzmanlık eğitiminde bu ilişki nezdinde öteden beri mevcut olan kaotik sorunlu yapının ve eğitim kurumları idarelerinin kimi keyfiyetleri karşısında çoğu zaman TUK’un işlevsiz ve etkisiz kalışının bir itirafı olsa gerektir. Ancak, “TUK’un artık ciddiye alınması” yolundaki değinilen tutum, ne yazık ki yeni yönetmelik lafzında bu seferde TUK’u işlevsiz kılan kimi devamı düzenlemelerle çelişmektedir. Bu kapsamda TUK’un görevlerini düzenleyen madde lafzında kimi değişiklikler söz konusudur (bkz. m. 5). Bunlar içinde dikkat çekici düzenleme, önceki yönetmelik ile TUK’a tanınmış olan uzmanlık eğitimi kontenjanları belirleme yetkisinin şimdi kaldırılmış olmasıdır (bkz. m. 5/1k). Önceki yönetmeliğe göre, “uzmanlık eğitimine giriş sınavlarında programlara ait kontenjanları programların eğitim kapasitesi ve imkânlarını göz önünde bulundurarak ülke ihtiyacına göre belirlemek” görev ve yetkisine sahip olan TUK, artık bu konuda -bakanlığa- “görüş vermek” ile yetinecektir. Kontenjan belirleme yetkisinde TUK’un artık bir “tavsiye organı ” niteliğine indirgendiği, söz konusu belirlemenin ise asıl olarak bakanlık uhdesine alındığı görülmektedir. Bu durumun; uzmanlık eğitimi kontenjanların belirlenmesinde, rasyonel olgular ile bilimsel ve kamusal gerekler yerine; -ülkemizde tıp fakültelerinin ardı ardına açılıp kayıt almasında görüldüğü üzere- siyasi popülist saiklerin önde tutulacağını gösterdiği, şüphesiz uzmanlık eğitiminin niteliğine de olumsuz bir etkide bulunacağı açıktır. Yeni yönetmeliğe dair beklentilerin fazlasıyla somutlaştığı bir diğer normatif alan ise, şüphesiz tıpta uzmanlık eğitiminin öznelerine yönelik bakış ve düzenlemelerde karşılık bulmaktadır. Bu kapsamda öncelikle, önceki yönetmelik lafzında “tanımlar” bölümünde yer bulan kimi kavramların, şimdi yeni yönetmelikte (bkz. m3) ya terk edildiği, ya da yeniden adlandırılma ihtiyacı duyulduğu görülmektedir. Nitekim önceki yönetmelikteki “kurum yöneticisi” ve “program yöneticisi” kavramlarının yerine, yeni yönetmelikte “kurum eğitim sorumlusu” ve “eğitim sorumlusu” kavramlarına yer verilmiştir. Yeni yönetmeliğe göre “kurum eğitim sorumlusu” (bkz. m. 3/1ı); “eğitim kurumundaki uzmanlık eğitiminin yürütülmesinden sorumlu olan eğiticiyi ” ifade etmekte, bir anlamda belli bir kurumun uzmanlık eğitimi özelindeki hiyerarşik üstünü/kurum idarecisini tariflemektedir. Önceki yönetmelikteki “kurum yöneticisi” kavramına karşılık gelen başhekim, dekan ve Adli Tıp Kurumu başkanının ise, yeni yönetmelikte böylesi somut bir belirlemeye konu yapılmadığı; ancak yeni yönetmeliğin devamında (bkz. m. 8) yine aynı kişilerin/makamların işaret edildiği görülmektedir. Burada getirilen belirgin farkın ise, öncesinde yalnızca dekan veya başhekim gibi bilinen kurum idari amirlere yönelmiş bulunan söz konusu ifadelerin, şimdi “…veya görevlendireceği eğitici ” şeklinde genişletilmiş oluşudur. O halde yeni yönetmeliğin, “kurum eğitim sorumlusu” adıyla, uzmanlık eğitimine özgü olarak kurum idaresi nezdinde yeni bir makam ve unvan ihtisas ettiği, yeni bir hiyerarşik üst/kurum idarecisi tariflediği de söylenebilir. Tıpta uzmanlık eğitiminin, böylesi yeni makam ve unvanlara duyduğu ihtiyaç ve bu noktada elde edilecek fayda yanında; böylesi makam ve unvanlara ihtiyaç duyan kişiler nezdindeki şahsi faydanın da, uygulamadaki somut örnekleriyle önümüzdeki süreçte görülüp tartışılacağı, bu günden söylenebilir. Önceki yönetmelikte “tanımlar” bölümünde yer bulan “program yöneticisi” ise, görüldüğü kadarıyla yerini “eğitim sorumlusu” kavramına (bkz. m. 3/1e) bırakmış, ancak kavramsal içeriği korunmuştur. Yeni yönetmeliği göre “eğitim sorumlusu”; “ilgili programdaki eğitimin koordinasyonunda yetkili ve sorumlu olan eğiticiyi ” ifade etmekte olup, benzer bir niteleme önceki yönetmeliğin “tanımlar” başlıklı bölümünde “program yöneticisi” için de yapılmaktadır. Önceki yönetmelik lafzında da olduğu gibi, yeni yönetmeliğin “üçüncü bölüm ”ünde ise, “Programlar, Eğiticiler ve Uzmanlık Öğrencileri” başlığı ile tıpta uzmanlık eğitiminin anılan öznelerine ve asli kurumlarına dair, daha somut kimi düzenlemelere yer verilmektedir. Yeni yönetmelik ile “akademik kurul” ların daha ayrıntılı tanımlandığı ve bu kapsamda; üniversiteye bağlı sağlık uygulama ve araştırma merkezinde fakülte kurulu, birlikte kullanım kapsamındakiler de dâhil olmak üzere bakanlık hastanelerinde ise eğitim planlama kurulu olarak tariflendiği görülmektedir. Anılan “eğitim planlama kurulları” nın ise, genel eğitim ve araştırma hastanelerinde en az yedi, dal eğitim ve araştırma hastanelerinde ise en az üç kişiden oluşacağı; ancak değinilen “kurum eğitim sorumlusu” bu kurulun doğal üyesi kılınırken, ilgili uzmanlık dallarının “eğitim sorumluları” na ise, bu kurula davet edilebilecek tali özneler olarak bakıldığı görülmektedir. Eğitim planlama kurullarının olası çalışma usul ve esasları ise, tıpta uzmanlık eğitiminin temel normatif belgesi olan bu yönetmelik lafzına her nedense dahil edilmemiş, bunun bakanlıkça belirleneceği ifade edilmekle yetinilmiştir. Yukarıdaki bölümlerde de kısaca değindiğimiz “eğitim kurumu ve program” başlıklı 8 inci madde ise, önceki yönetmeliği benzer bir biçimde, söz konusu öznelere dair daha ayrıntılı düzenlemelere yer vermekte; ancak bu kapsamda yeni yönetmelik lafzında, uzmanlık eğitiminin kimler tarafından ve hangi nitelik ve kapsamda verileceği yanında, bu kişilerin yönetim ve denetim yetkisine dair belirlemeler yapmaya da, özel bir önem ve öncelik verildiği gözlenmektedir. Nitekim, önceki yönetmelikte aynı madde lafzında ancak en başta, hemen birinci fıkrada temel bir güvence olarak yer bulan “Programlardaki eğitim, Kurul tarafından ilan edilen ve eğitim standartlarını da içeren çekirdek müfredatı karşılayacak şekilde olmak zorundadır ” hükmü; yeni yönetmelik maddesinde aynen korunsa da, her nedense maddenin sonraki fıkralarına atılmıştır. Bunun yerine yeni madde lafzı, belli ki bir algıda seçicilik ifadesi olarak, “Eğitim kurumundaki uzmanlık eğitimi, eğitici niteliğini haiz kurum eğitim sorumlusu tarafından yürütülür” ifadesiyle başlamakta, bir hiyerarşi belirleme kaygısını öncelemektedir. Anılan “kurum eğitim sorumlusu” ise, tek başına kurum idaresi tarafından belirlenecek bir kişidir ve bu “belirlemeye”, diğer ifadesi ile kurum idaresine bu yolda tanındığı görülen mutlak takdir hakkına dair, herhangi bir koşul/sınır da göze çarpmamaktadır. Yeni yönetmeliğin “eğitici” için yer verdiği düzenlemelerin (bkz. m 10) ise, önceki yönetmelik lafzı ile benzer olduğu, ancak eğitici olmayan uzmanlar ile ilgili alanda uzman olmayan öğretim üyeleri ve öğretim görevlilerine tıpta uzmanlık eğitiminde verilen rolün, daha da genişletildiği görülmektedir. Nitekim önceki yönetmelik lafzında bu konumdaki özneler için yer bulan eğiticiler nezaretinde uzmanlık eğitiminde görev alacaklarına yönelik ifadeye, yeni yönetmelikte yer verilmemektedir. Şüphesiz tıpta uzmanlık eğitiminin en belirgin/asli öznesi ise, eğitim gören konumundaki “uzmanlık öğrencileri”, asistan hekimlerdir. Yeni yönetmelik, önceki yönetmelik lafzında olduğu gibi yine 11 inci maddede, uzmanlık öğrencilerine yönelik kimi özgün düzenlemelere, hak ve güvenceler yanında kimi yükümlülüklere de yer vermektedir. Yeni yönetmelik anılan 11 inci maddede, uzmanlık öğrencilerine yönelik “kurumlarındaki kadro unvanı ne olursa olsun, bu Yönetmelik ve ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde programlarda uzmanlık eğitimi gören, araştırma ve uygulama yapan kişiler ” belirlemesini korumaktadır. Uzmanlık öğrencilerinin; uzmanlık eğitiminin gerektirdiği durumlar dışında aylıklı veya aylıksız olarak hiçbir işte çalışamayacağına yönelik bilinen kural da, yeni yönetmelik lafzında aynen yer almaktadır. Ancak yeni yönetmelikte yer bulan bir farklılık olarak; bu şekilde çalıştığı tespit edilen uzmanlık öğrencilerinin eğitim kurumu ile ilişiğinin kesilmesi yaptırımı öncesinde, artık öncelikle bir “uyarı mekanizması” nın uygulamaya konulduğu, bu uyarıya rağmen ihlalin devamı veya tekrarı durumunda anılan ilişik kesme mekanizmasının bir yaptırım olarak devreye alındığı görülmektedir. Uzmanlık öğrencilerinin uzmanlık eğitimi uygulamasından sayılmayan işlerde görevlendirilemeyeceği şeklindeki, belki de en önemli güvence hükmünün, yeni yönetmelik lafzında yine korunduğu görülmektedir. Ancak, “pandemi sürecinin” de bir ürünü olarak önceki yönetmelik lafzına sonradan eklenmiş bulunan, uzmanlık öğrencilerinin deprem, sel baskını, salgın hastalık gibi olağandışı ve hizmetin normal olarak sürdürülemediği hallerde eğitim gördüğü kurumda veya aynı il içerisindeki sağlık tesislerinde geçici süreyle görevlendirilebileceği yolundaki düzenleme de, ne yazık ki aynı muğlak ve sorunlu yapısıyla yeni yönetmelikte de yer almaktadır. Dikkat çekici farklılıklar olarak ise, söz konusu düzenlemede yabancı uyruklu uzmanlık öğrencilerinin şimdi kapsam dışı bırakıldığı ve “bu görevlerde geçen süreler eğitim süresinden sayılır” kuralının ise yürürlükten kaldırıldığı görülmektedir. Bunun yanında; tek seferde en fazla üç aylık süreler halinde görevlendirme yapılabileceğine dair sınır korunurken, bir yıl içinde en fazla iki defa görevlendirme yapılabileceği şeklindeki güvencenin artık yeni yönetmelikte yer almadığı, bunun yerine eğitim süresi boyunca toplamda altı ayı geçmemek şeklinde yeni bir düzenlemeye yer verildiği görülmektedir. Yukarıda yer verilen güvencenin de bir gereği ve doğal uzantısı olarak, uzmanlık öğrencilerinin tabi tutulacağı “nöbet (fazla çalışma) rejimi”, yeni yönetmelik lafzında daha ayrıntılı biçimde düzenlenmiş durumdadır. Şüphesiz bu durum, asistan hekimlerin bu başlık altında yaşadığı ağır güncel mağduriyetlerin sonucu ve bu yoldaki meşru ve etkili eylemliliklerinin de somut bir kazanımıdır. Bu açıdan denebilir ki asistan hekimlerimiz, yakın süreçteki kararlı duruşları ve eylemlikleri ile nihayet krala, bir Magna Carta Libertatum u yazdırmışlardır. Bu kapsamda yeni yönetmelik (bkz. m. 11/5); uzmanlık öğrencilerinin nöbet uygulamasının üç günde birden daha sık olmamak kaydıyla ve ayda en fazla sekiz nöbet olacak şekilde düzenleneceği hükme bağlamakta, ayrıca gece nöbeti tutan uzmanlık öğrencilerinin nöbetin ertesi günü sağlık hizmeti sunumunda görev almayacağını da güncel bir kural haline getirmektedir. Ancak yeni yönetmeliğin bu kuralı ayrıca özgün bir denetim ve yaptırım mekanizmasına bağlama ihtiyacı duymuş olması da, son derece dikkat çekicidir. Nitekim anılan madde devamında; bu kuralın ihlal edildiğinin tespit edilmesi halinde eğitim programlarının TUK tarafından değerlendirmeye alınacağını ve mevcut ihlâlin mahiyetine ve durumun gereklerine göre TUK tarafından, kurumun uyarılmasından, programın eğitim yetkisinin kaldırılmasına değin kimi yaptırımların da uygulanacağı ifade etmektedir. Oysa diğer benzer kimi kural ve güvence ihlallerine yönelik benzer denetim ve yaptırım mekanizmalarına gerek görülmediği gibi, hatta mevcut olanların da zayıflatılması söz konusudur. Bu durumda belli ki bakanlık dahi; öteden beri asistan hekimlere dayatılan ve artık tartışmasız sistematik bir hak ihlali niteliği kazanmış bulunan mevcut sorunun; bir anlamda kendisi tarafından yaratılmış, beslenip büyütülmüş bir canavarın, şimdi öyle kolayca ortadan kaldırılamayacağının kaygısını taşımakta ve bunu yönetmelik lafzına da yansıtmaktadır. Ancak bir başka bakış açısı ile de, asistan hekimlere yönelik böylesi bir kural ihlalinin/hak gaspının yaşama geçirilmesi durumunda, bu keyfiyetin faili konumundaki kurumlar açısından yaptırım olarak, en fazlası TUK nezdindeki uzun bir bürokratik sürecin işlemeye başlayacağı ve sonuçta söz konusu hak ve kazanımın da kâğıt üstünde kalacağı ayrıca söylenebilir. Bu açıdan Hukuk Büromuz, yeni yönetmeliğin 11 inci maddesinin 5 inci fıkrasında yer bulan “Uzmanlık öğrencilerinin nöbet uygulaması üç günde birden daha sık olmamak kaydıyla ayda en fazla sekiz nöbet olacak şekilde düzenlenir. Gece nöbeti tutan uzmanlık öğrencileri nöbetin ertesi günü sağlık hizmeti sunumunda görev almaz” kuralının; uzmanlık eğitimi verilen istisnasız bütün kurumlar nezdinde bağlayıcı ve emredici bir hukuki norm olarak varlık kazanmış bulunduğunu; gerek 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu (bkz. m. 53 vd), gerekse 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu (bkz. m. 125 vd) hükümleri dikkate alındığında, anılan kurala aykırı iş ve işlemler gerçekleştiren idarecilerin, idari disiplin hukuku ve hatta tazmin hukuku nezdinde şahsi sorumluluklarının da oluşacağını; hatta söz konusu kural ihlalinin, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 257 nci maddesi uyarınca, sorumlu idarecilerin şahsi cezai sorumluluğu dahi doğuracağını dikkate sunmak ister. Şüphesiz söz konusu hak ve güvencenin kâğıt üstünde kalmamasının temel güvencesi de, aynı zamanda onu var etmiş de olan, fiili meşru mücadele olacaktır. Uzmanlık öğrencilerine yönelik bir diğer bilinen güvence hükmü olan kurul tarafından belirlenmiş müfredat ve standartlarda eğitim verilmesinin sağlanmasını isteme hakkı nın da, yeni yönetmelik lafzında yine korunduğu görülmektedir. Ancak “belirlenmiş müfredat ve standartlarda eğitim” ifadesinin, şimdi “belirlenmiş müfredat ve standartlar çerçevesinde eğitim” olarak yeni bir lafza sahip kılınması dikkat çekicidir (bkz. m. 11/6). Hukuk disiplininde geçerli “lafzi yorum” kuralları dikkate alındığında, şimdi getirilen bu “çerçeve” ifadesi ile, bu konudaki güvencenin zayıflatılmış olduğunu düşünmek yanlış olmasa gerektir. Üstelik yeni yönetmelik, söz konusu hakkın (istemin) muhatabını da akademik kurul şeklinde ayrıca belirlemeye giderek, açıkça yeni bir “silsile” yaratmış ve böylece söz konusu hakkı/güvenceyi daha da işlevsiz kılmış görünmektedir. Zira önceki yönetmelik lafzı dikkate alındığında, bir uzmanlık öğrencisinin, bulunduğu kurumda müfredat ve standartlar çerçevesinde eğitim verilmediği yolundaki itirazlarını doğrudan TUK’ a iletmesi noktasında hiçbir engel söz konusu değilken; artık böylesi bir itiraz, -ancak gerçekte mevcut ihlalin de asıl faili olan-, “akademik kurul” a yapılabilecektir. Belli ki TUK, uzmanlık öğrencilerinin bu yoldaki talep ve yakınmalarına kayıtsız kalmanın normatif gerekçesini de yeni yönetmelik lafzı ile elde etmiş bulunmaktadır. Yeni yönetmelik devamında, “akademik kurulca talebin karşılanamaması ya da akademik kurulun verdiği karara uzmanlık öğrencisinin itiraz etmesi halinde bu durum eğitim kurumunca on beş iş günü içinde Bakanlığa bildirilir ” şeklinde bir usule de ayrıca yer vermektedir. Ancak her nasılsa cümle tam da burada bitivermekte; bakanlığa bildirim sonrası ne olacağı, nasıl bir çözüm usulü izleneceğine ya da yaptırım uygulanacağına dair en ufak bir ifade yer bulmamaktadır. Üstelik anılan bildirimi yapacak olan da, dikkat edilir ise yine mevcut ihlalin faili olan kurumun kendisidir. Böylesi bir değerlendirmeye girilmişken, yeni yönetmelik lafzında yer bulan tıpta uzmanlık eğitimi nezdindeki “denetim mekanizmaları” na daha ayrıntılı biçimde değinmek de yerinde olacaktır. Yeni yönetmeliğin, “programların denetimi” usulü kapsamında, önceki yönetmelikte yer bulan en az beş yılda bir yerinde denetim yapılması koşulunu kaldırıldığı (bkz. m.9); bunun yerine söz konusu denetimi muğlak ve takdiri bir niteliğe büründürdüğü görülmektedir. Öte yandan “yerinde denetim ” yerine şimdi tercihen “beyan usulü ile denetim ” şeklinde, yine son derece muğlak ve gerçekte bir denetim de olamayacak yeni bir mekanizma getirilmektedir. Öte yandan özdeğerlendirme raporunda belirgin eksiklik saptanan programların kurul tarafından öncelikle denetleneceği şeklindeki usul de, yeni yönetmelikte artık “gerektiğinde denetlenir ” şekline büründürülmüştür. Özdeğerlendirmede eksiklik saptanan kurumlar için o yıla özgü olarak kontenjan değerlendirilmesi yapılmayacağına dair var olan belirgin kural da, yeni yönetmelik ile “kurulun belirlediği süre” şeklinde soyut bir takvime bağlanmıştır. Yine, verilen süre içinde eksiklik ve hataların giderilmemesi halinde programın eğitim yetkisi kaldırılır şeklindeki belirgin usul ve yaptırımın, şimdi yeni yönetmelik lafzında “programın eğitim yetkisinin devam edip etmeyeceği Kurul tarafından değerlendirilir ” şeklinde yine son derece muğlak ve etkisiz kılındığı da görülmektedir. “Uzmanlık eğitimine giriş sınavları” na dair yeni yönetmelik lafzında yer bulan kimi değişiklikler de, şüphesiz bu değerlendirme yazısında yer bulması gereken başlıklardan biridir. Bu kapsamda yeni yönetmelik de, önceki yönetmelik lafzında yer bulan TUS, DUS ve YDUS rejimini, yarışma esasına dayanan mesleki bilgi sınavı olarak tanımlayıp korumaktadır. Bu kapsamda TUS, yılda en az iki defa; DUS ve YDUS ise yılda en az bir defa olmak üzere ÖSYM tarafından gerçekleştirilecektir. Ancak, söz konusu sınavlara katılma ve uzmanlık eğitiminin hak edilmesine yönelik güncel bir koşul/engel olarak; her durumda Anayasal güvenceye sahip “eğitim hakkı”nın açık bir ihlali olarak değerlendirdiğimiz; “devlet hizmeti yükümlülüğü tamamlanmaksızın yan dal uzmanlık eğitimi veya ikinci bir uzmanlık eğitimi alınamayacağı” yolundaki güncel yasa kuralının, şimdi yeni yönetmelik lafzına da işlendiği görülmektedir (bkz. m. 12). Önceki yönetmelik lafzında “yerleştirme işleminin yapılabilmesi” takvimine göre konumlanan “mesleğini yapmaya yetkili olma” koşulunun ise, şimdi yeni yönetmelik lafzında “sınav tarihi itibarıyla diplomasının tescil edilmiş olması” şeklinde, yeni bir takvime ve özünde bir idari bürokratik işleme tabi kılınması ise, kanımızca son derece sorunludur. Benzer şekilde, önceki yönetmelik lafzında YDUS için aranan “uzman olma” koşulu da, yeni yönetmelik lafzında “sınav tarihi itibarıyla Bakanlıkça uzmanlık belgesi tescil işleminin tamamlanmış olması ” şeklinde ifade edilmektedir. Uzmanlık eğitimine giriş sınavlarında başarı elde ederek eğitim almaya hak kazananların tabi olacağı usule dair de, önceki yönetmelik lafzında yer bulmayan “atamaya engel durumu olmayan aday ” ifadesinin, şimdi yeni yönetmeliğe eklendiği ve yeni olası hak kayıplarına kapı açıldığı görülmektedir (bkz. m. 13/6). Yeni yönetmelikte yer bulan bir diğer önemli değişiklik ise, yukarıdaki bölümlerde de kısaca değindiğimiz üzere, kontenjanların belirlenmesinde getirilen yeni usul ve yetki kuralları nezdinde görülmektedir. Buna göre kurumlar, her sınav dönemi için açılmasını istedikleri uzmanlık öğrencisi kontenjanlarını bağlı oldukları üst kurumlar aracılığı ile bakanlığa bildirecekler, ancak önceki yönetmelikten farklı olarak bakanlık, bu kontenjanları ÖSYM’ye bildirirken, artık TUK un görüşünü almayacaktır (bkz. m. 12/5). Uzmanlık eğitimine dair bilinen temel usul (örneğin uzmanlık eğitiminin kesintisiz sürdürülmesi gereği ve eğitimin, yerleştirilen programda tamamlanması esası; bunun yanında kurum, program ve dal değiştirme koşulları ve usulü vb.) yeni yönetmelikte de benzer biçimde korunmakta, ancak kimi istisnai değişiklikler de yer bulmaktadır. Bu kapsamda yeni yönetmeliğin, boş kalan kontenjanlara özgü olarak bir dal değişikliği usulüne ayrıca yer verdiği (bkz. m. 13/10); ancak devamında bu usule özgü usul ve esasların bakanlıkça belirleneceğini de ifade ettiği görülmektedir. Uzmanlık eğitiminde kurum değiştirme usulü kapsamındaki dikkat çekici düzenleme ise, asgari nitelik ve standartların sağlanamadığı kurumlarda dahi uzmanlık eğitime kapı açılmasıdır. Buna göre (bkz. m. 13/4a2), bir programda eğitici bulunmakla birlikte asgari nitelik ve standartların sağlanamadığı hallerde, TUK tarafından bu kuruma eksikliklerin giderilmesi için tanınan süre boyunca, başka kurumda görevlendirme yapılmaksızın aynı kurum ve programda eğitime devam edilebilecektir. Kurum değiştirme usulünde “eş durumu” ve “sağlık durumu” gibi haklı nedenlere bağlı talep ve uygulamalar, yeni yönetmelik lafzında da benzer biçimde yer bulmaktadır. Ancak eş durumu nedeniyle nakil taleplerine, “evlilik tarihinin tercihlerin yapıldığı tarihten sonraki bir tarih olması ” şeklinde, kanımızca hakkaniyet ve mantık dışı bir ek koşulun eklendiği de gözlenmektedir. Yeni yönetmeliğin uzmanlık öğrencisinin “uzmanlık eğitimi karnesi” nin oluşturulmasında, doğrudan “eğitim sorumlusu” nu tarifleyip yetkilendirmesi de söz konusudur (bkz. m. 17/1c). Öte yandan “eğitim sorumlusu kanaati ” kavramının da yeni yönetmelikte korunduğu, üstelik önceki yönetmeliğin ve uygulamanın önemli sorun başlıkları arasında yer bulan “göreve bağlılık, çalışma, araştırma ve yönetme yeteneği ile meslek ahlakı ” gibi son derece muğlak ve keyfiyete açık kriterlerin de, yeni yönetmelikte yine aynen yer aldığı görülmektedir. Önceki yönetmelikte de bulunan eğitim sürelerinin üçte bir oranında artırılabilmesi usulü yanında yeni yönetmeliğin, şimdi yan dallar için eğitim sürelerinin üçte bir oranında azaltma yetkisini de içerdiği görülmektedir (bkz. m. 18/1). Yeni yönetmelik de, uzmanlık eğitiminde fiilen geçmeyen sürelerin uzmanlık eğitimi süresinden sayılmayacağı yolundaki bilinen ilke ve kuralı korumaktadır. Bu kapsamda yalnızca yıllık izin ve bilimsel içerikli toplantılar için verilen izinlerin istisna tutulması, yeni yönetmelik lafzında da tekrarlanan bir diğer hakkaniyetsiz durumdur. Yeni yönetmelik “uzmanlık tezi” ve bu başlık altındaki usul ve kavramları daha ayrıntılı biçimde düzenlemektedir. Ancak şimdi, birden fazla tez danışmanı belirlendiği durumlarda diğer danışmanlar nezdinde eğitici olma şartı aranmayacağı öngörülmektedir (bkz. m. 19/2). Önceki yönetmeliğin “tez jürisi” asıl üyelerinden en az birinin kurum dışından belirlenmesi yolundaki hükmünün, yeni yönetmelikte yer bulmadığı ve yerini -belli ki bütün üyeler için de geçerli olabilecek şekilde- kurum içinden ya da dışından belirlenen şeklinde bir ifadeye bıraktığı görülmektedir. Uzmanlık öğrencisi tarafından tezin, kabul edilebilir kanuni bir mazeret olmaksızın eğitim süresinin bitiminden itibaren altı ay içinde teslim edilmemesi durumu, yeni yönetmelikte doğrudan uzmanlık öğrenciliği ile ilişiğinin kesilmesi sonucuna bağlanmaktadır. Yeni yönetmelik, “Uzmanlık eğitimini bitirme sınavı” jürilerinin oluşturulmasındaki önceki bilinen usulü korumakla birlikte, artık bu jürilerin doğrudan “kurum eğitim sorumlusu” tarafından belirleneceğine yer vermektedir (bkz. m 20/1). Jüriler, tamamı ya da en az üç üyesi sınav yapılan daldan olmak üzere, uzmanlık dalının rotasyon alanlarının veya TUK’un uygun gördüğü diğer dalların eğiticilerinden oluşmak üzere beş kişiden oluşacaktır. Ancak devamında, TUK tarafından, lüzum görülen uzmanlık dallarının jürilerinin oluşturulma usulünün bu hükümden farklı olarak belirlenebileceğine dair bir düzenleme de dikkat çekmektedir. Girdikleri uzmanlık eğitimini bitirme sınavında başarı gösteremeyenler veya sınava girmeyen uzmanlık öğrencilerine, tekrar sınava alınmalarına kadar önceki yönetmelik ile tanınan kadrolarıyla ilişiklerinin kesilmeyeceği yolundaki güvence hükmü, yeni yönetmelik lafzında yer bulmamaktadır. Öte yandan yeni (ikinci) sınavın yapılması için öngörülen 6 aylık süre de 3 aya indirilmiştir. Yeni yönetmelik lafzında da, ikinci sınavdan da başarı elde edemeyen uzmanlık öğrencileri için iki sınav hakkı daha tanınmaktadır. Ancak bu sınavların da 6 ay yerine 3 ay içinde ikame edilmesi öngörülmekte; üstelik TUK’un bu konudaki yetkisi her nedense kaldırılarak, bu sınavların jüri üyelerinin, tarihinin ve kurumunun doğrudan bakanlıkça belirleneceği hükme bağlanmaktadır. Yeni yürürlük kazanan “Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği”, görüldüğü üzere; “tıpta uzmanlık eğitimi”nin daha nitelikli ve işlevli kılınması ve başta asistan hekimlerimiz olmak üzere, bu kurumun öznelerinin hak ve beklentilerinin karşılanması noktasında, ileriye atılmış olumlu bir adım olarak değerlendirilmeyi hak etmemektedir. Gerçekte hekimlerimizin mücadelesinin kazanımı olan kimi hak ve güvenlere lafzında nihayet yer vermiş olsa da, ancak asıl olarak “eskiyi” ve süre gelen kimi temel “yanlışları” ısrarla tekrarlamakta, üstelik mevcut kimi hak ve kazanımları tehdit eder uygulamalara da kapı açmaktadır. Bilimsel ve mesleki gereklere uygun, mevcut sorunlara rasyonel yanıtlar ve çözümler üreten, her durumda ve öncelikle de hekimlerimizin hak ve kazanımları gerçekçi biçimde tanımlayarak güvenceye alan yeni bir normatif belge ise; belli ki birliktelik zemininde süren çabalarımızın ve meşru mücadelemizin konusu olmaya devam edecektir. ANKARA TABİP ODASI HUKUK BÜROSU Makaleye Dön |
12-09-2022, 17:00 |