10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü |
Bu yıl İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin kabul edilişinin 75. yılı. Tüm zamanlarda, tüm coğrafyalarda ve ülkemizin yüzyıllık geçmişinde de kapitalizm, kendini sürdürebilmek için pek çok savaşa neden olmuş, savaşlar da insanların yoksulluk, açlık, ölüm ve ağır insan hakkı ihlalleri yaşamalarına yol açmıştır. Kapitalizme ve getirdiği bu insan hakkı ihlallerine karşı mücadeleler dünyanın dört bir yanında direnişlerle devam etmektedir. Savaşın müsebbibi halklar değildir. Rant elde eden sermayedarlar ve bu durumdan nemalanan siyasi iktidarlar mevcut hallerini korumak için toplumsal şiddet sarmalını beslemektedir. Bunun sonucunda doğan ekonomik krizi ve şiddet olaylarını siyasal iktidarlar bir yönetim aracı olarak kullanmaya devam etmektedir. Ülkemizde gördüğümüz üzere azınlık olarak görülen halklar, mezhep ve inanç grupları ötekileştiriliyor, savaş ve çatışma ile yönetim sağlanmaya çalışılıyor. Sağlıkta şiddetin de asıl sebeplerinden biri iktidarın şiddet dili ve yönetememe halidir. Savaşın dünyada geldiği noktayı ve başta yaşam hakkı olmak üzere getirdiği hak ihlallerini bu sene trajik bir şekilde Filistin’de gözlemledik. Savaşın son 2 ayında 16 bin 248 kişi ki -bunların 7 bin 112’si çocuk- Gazze’de hayatını kaybetti. En az 1 milyon 500 bin kişinin bu savaş nedeniyle yerinden olduğu tahmin ediliyor. Gazze şeridinden insanların çıkmasına müsaade etmeyen İsrail Devleti ayrıca insanların gıdaya, temiz suya, enerjiye ve insani yardıma ulaşmasını da engellemiştir. Fosfor bombası gibi kimyasal silahlar bu savaşta kullanılmış, sivil alanlar da günlerce bombalanmıştır. Hatta uluslararası sözleşmelerde savaş gibi durumlarda dahi vurulmaması konusunda insanlığın hemfikir olduğu hastane gibi kurumlar, ambulans gibi araçlar da hedef alınarak vurulmuştur. İsrail’in soykırım suçu işlediği bu savaşta bunların yanı sıra işkence, tecavüz gibi pek çok insan hakkı ihlali de gerçekleşmiştir. Ülkemizde de her sene olduğu gibi bu sene de insan hakları ve demokrasi açısından epeyce ihlal yaşanmıştır. Maraş’ta 6 Şubat tarihinde meydana gelen depremler sonrasında 10 ilde büyük ölçekli yıkımlar meydana gelmiş, doğanın ranta kurban edilmesi ve daha fazla kar uğruna bilimden uzak yanlış yere ve yanlış biçimde yapılan binalar olağan ve beklenen bir durumu insan eliyle yaratılmış olağandışı bir felakete dönüştürmüştür. Binlerce insanın deprem anında ölmesi yanı sıra sahada yaşanan koordinasyonsuzluk arama-kurtarma çalışmalarını sekteye uğratmış, daha çok ölüme ve daha çok acıya sebep olmuştur. Yaşam hakkı ihlalinin yanı sıra iletişim ağlarının kopmasıyla iletişim hakkı, hastanelerin yıkılması ile sağlık hakkı, yapılan yolların yıkılması nedeniyle ulaşım hakkı başta olmak üzere mevcut düzenin sağlaması gereken bu haklar gasp edilmiştir. Bu hak gasplarının üzerini örtmek içinse özellikle mültecilere yönelik ırkçı, ayrımcı, nefret söylemleri ile insanların eşitlik hakkı, güvenlik hakkı ve yaşam hakkı ihlal edilmiştir. Cezaevlerinde bulunan ve yakınlarından haber almak isteyenler şiddet, işkence ve ölümle karşılaşmıştır. Ayrıca arama-kurtarma işlemleri tamamlanmadan yapılan enkaz kaldırma ile belki de yaralı olarak hayatta kalan kişilerin yaşam hakkı ihlal edilmiştir, enkazdaki ölü bedenlerin bütünlüğüne saygı gösterilmemiş, toplumsal olarak yas sürecimiz fütursuzca zarara uğratılmıştır. Depremin üzerinden dokuz aydan fazla geçmesine rağmen halen uygun geçici yerleşim alanları kurulamamış, insanların temiz içme suyu ve yeterli gıdaya erişimi teminat altına alınamamıştır. Yeterli tuvalet, banyo ve hijyen malzemeleri sahaya ulaştırılamamış, enfeksiyonlara karşı mücadele kadük kalmıştır. Bu ortamda kadınlar ve çocuklar tacize, istismara ve şiddete karşı daha da korunaksız kılınmıştır. Tüm bunların üzerine dere yatakları üzerine inşa edilen şehirler ve geçici yerleşim alanlarını su basmış, sel nedeniyle bu hak ihlalleri kat be kat artmıştır. Elbette sayamadığımız pek çok insan hakkı ihlallerini bu olağandışı durum yaşanırken öfke ve üzüntüyle gözlemledik. Yasama, yürütme ve yargının yok sayıldığı, tek kişiye dayalı otoriter bir başkanlık sistemi tarafından yönetiliyoruz. Yargının bağımsız olmadığını, siyasi davrandığını pek çok kararında görüyoruz. Bu durumu örgütümüz Türk Tabipleri Birliği nezdinde yakın zamanda bizzat yaşadık. Kendi aleyhinde olduğu vakit uluslararası sözleşmeleri ve bilimsel gerçekleri dahi tanımayan siyasi iktidar ifade özgürlüğünü hiçe sayıp fütursuzca örgütümüze saldırmıştır: Öncelikle geçen sene uzmanlık alanına dair görüş bildiren TTB Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı’yı tutuklatmıştı. Aynı sırada da bu açıklama nedeniyle TTB Merkez Konseyi’ni görevden alma talebiyle haksız hukuksuz bir dava açmıştı. Ne yazık ki faşizm şaşırtmadı! 30 Kasım günü TTB MK’nin görevden alınması kararı ile ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, halkın sağlık hakkını savunma gibi temel hak ve özgürlükler siyasi iktidar tarafından ihlal edilmiştir. Bu durum kabul edilemez. 15 Temmuz askeri darbe girişimi sonrası ilan edilen ve bir sivil darbeye dönüştürülen OHAL düzeni, kaldırılmasına rağmen fiili olarak devam etmektedir. Siyasi iktidar, kolluk kuvvetleri, çeteler ve ‘’bağımlı’’ yargı ile cezalandırma, korkutma, otorite kurma, itiraf alma amaçlı işkence ve kötü muameleleri arttırmaktadır. Mülteci, göçmen ve sığınmacı krizi ve ayrımcılık ve ekonomik sömürü üzerinden hak ihlalleri devam etmektedir. Kadına, çocuğa, LGBTİ+ bireylere, doğaya, hayvanlara karşı şiddet giderek artmaktadır. Özellikle ülkede yaşanan genel seçim öncesi siyasi iktidar ve çevrelerince propaganda amaçlı söylenen LGBTİ+ bireylere yönelik fobik ve nefret söylemleri basına sıkça yansımıştır. Devlet organları ve desteklediği yandaş vakıfları ile siyasi iktidar, bu şiddet dilini büyükşehirlerde miting alanına taşımış ayrımcılık ve şiddet propagandası yapmaktan geri durmamıştır. Kadına yönelik şiddet ile toplumsal cinsiyet eşitliğinin güvencesi olan İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasına karşı verilen mücadeleye rağmen siyasi iktidar, bu kararından vazgeçmemiş, mücadele verenlere şiddet göstermekten çekinmemiş ve kadınların haklarının gasp edilmesine göz yummaya devam etmiştir. Esnek ve güvencesiz çalışma, iş cinayetleri devam etmektedir. Emek sömürüsü her geçen gün daha da derinleşmekte, milyonlarca insan açlık ve yoksulluk sınırın altında bir gelirle hayatını güçlükle sürdürmeye çalışmaktadır. Bu cenderede tükenen pek çok emekçi, öğrenci ve işsiz yurttaşlarımız hayatlarına son vermişlerdir. Cezaevlerinde çıplak arama, kelepçeli muayene, insan onurunu rencide eden her türlü muamele devam etmektedir. Hasta ve yaşlı mahpuslar, cezaevinde uygun olmayan koşullarda kalmaya zorlanmaktadır. Cezaevlerinde kurulan İdare ve Gözlem Kurulları, yargı tarafından verilen cezasını tamamlayan mahpuslara mülakat yaparak keyfi bir biçimde tahliyelerini gerçekleştirmemektedir. İnsanların umut hakları yok sayılmaktadır. Yüksek güvenlikli, devasa, A,B,C,E,F,L,TS,R,Y gibi neredeyse alfabenin tüm harflerini kapsayacak sayıda cezaevi yapmak yerine onarıcı, dışarıdaki insandan tek farkı özgürlüğünden alıkonulmuş insanlar için rehabilite edici ve destekleyici bir bakış açısının egemen olduğu kurum ve kuruluşların açılması öncelikli olmalıdır. Adil yargılanma hakkı engellenmektedir. Seçilmiş siyasetçi, gazeteci, yazar, insan hakları savunucularına davalar açılmakta, uzun tutukluluk süreleri ile cezaevinde tutulmaktadır. Anayasal güvencede olan toplantı ve gösteri özgürlüğü ortadan kaldırılmıştır. Yüzlerce yeni mezun hekim güvenlik soruşturması gerekçesi ile işe başlatılmamıştır. Evet hak ihlalleri saymakla bitmiyor. Biz hekimler şimdiye kadar barışı, özgürlüğü, demokrasiyi, insan haklarını, eşitliği ve adaleti savunduk. Mesleğimizin gereği olan bu savunuculuk nedeniyle siyasi iktidar ve yandaşları tarafından hedef gösterildik, gözaltına alındık, yargılandık, ceza aldık… Ancak vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz de! Son yıllarda tıbbiyelilerin mezuniyet töreninde değiştirilerek okunduğuna şahit olduğumuz hekimlik andında da dediğimiz gibi: …Tehdit ediliyor olsam bile, tıbbi bilgimi, insan haklarını ve bireysel özgürlükleri çiğnemek için kullanmayacağıma, kararlılıkla, özgürce ve onurum üzerine, ant içerim. İçtiğimiz andın gerekliliklerini yerine getireceğiz, tehdit edilsek de iyi hekimlikten vazgeçmeyeceğiz, ne bugün ne de yarın! Hekimler susmaz, TTB susturulamaz! Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Ankara Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu Makaleye Dön |
9-12-2023, 16:35 |