Basın Açıklaması
20 Nisan 2019
Açlık grevlerinde ölümler olmasın, insanca yaşamı savunuyoruz…
Ülkemizde çok sayıda sürdürülen açlık grevleri ve özellikle açlık greviyle yaşamına son veren vatandaşlarımızla ilgili olarak Ankara Tabip Odası olarak bilimsel tecrübelerimizi ve iyi hekimlik değerlerini kamuoyuyla paylaşmayı görevimiz olarak görmekteyiz.
İnsan yaşamına ve sağlığına yönelik her türlü eylem gibi açlık grevleri de sağlık emekçilerinin, hekimliğin temel yaşatma felsefesine aykırıdır. Açlık grevi, isteklerini yetkili kişi ya da makamlara duyurmak ya da belirli bir meseleye dikkat çekmek amacıyla başka bir yol bulamadığı zaman başvurulan bir eylem biçimidir. Ancak sürecin muhataplarından sonra en çok içinde olan sağlık emekçileri, açlık grevcilerinin asıl amacının ölmeden toplumsal duyarlılık yaratmak olduğunu unutmamalıdır.
Ankara Tabip Odası olarak daha önce hekimlerin açlık grevlerine olan Tokyo ve Malta Bildirgelerinden kaynaklanan yaklaşım ve sorumluluklarını kamuoyu ve basınla birçok kere paylaştık. Türkiye Cumhuriyeti tarihine ilk olarak Nazım Hikmet’in 8 Nisan 1950’de açlık grevine girmesiyle tanıştığımız bu eylemlilik tarzı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan idam edilmelerinden hemen önce, Nisan 1972'de Mamak Askeri Cezaevi'nde mahkumların on iki günlük açlık greviyle toplu açlık grevleri olarak karşımıza çıktı. 12 Eylül askeri darbesi ve diktatörlüğü koşullarında da bu tür açlık grevleri cezaevlerinde yaşanmıştır. 11 Nisan 1984 tarihinde 400 mahkumun başlattığı ve 45. Gün sonrasında ölüm orucuna dönüştürdüğü eylem Türkiye tarihinde katılanların sayısı açısından bir ilk olmuştur ve 4 kişinin yaşamına mal olmuştur.
1996 yılında cezaevleri ile ilgili Mayıs Genelgesi olarak bilinen genelgeyi protesto etmek için açlık grevi başlatan mahkumlar 43 cezaevinde 2174 kişiyi buldu ve 355 mahkûm da ölüm orucuna başladı. Bir sonraki kitlesel açlık grevi 20 Ekim 2000'de birçok cezaevinde aynı anda başladı. F tipi cezaevlerinin kapatılması, Terörle Mücadele Yasası'nın kaldırılması gibi taleplerle 816 mahkûmun başlattığı açlık grevi yaklaşık bir ay sonra ölüm orucuna dönüştü ve Hayata Dönüş Operasyonu adı altında cezaevlerine operasyonlar düzenlendi. Bu operasyonlar sırasında otuz mahkûm ve iki jandarma hayatını kaybetti. 1996 ve 2000'li yıllarda açlık grevleri nedeniyle pek çok mahkûm özellikle Wernicke Korsakoff sendromu olmak üzere açlığa bağlı birçok hastalıkla yaşamına devam etti.
Tüm bu açlık grevlerinde Türk Tabipleri Birliği ve Ankara Tabip Odası kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütü bilinciyle görevini yapmış ve insanların yaşam haklarının, sağlıklarının korunması için yetkililerle ve mahkumlarla görüşmeler yapmışlardır, muayeneler gerçekleştirmişlerdir.
Yaklaşık 5 ay önce cezaevlerinde başlayan açlık grevleri hızla yayılarak süresiz-dönüşümsüz kitlesel açlık grevine dönüşmüştür. Talepleri Türkiye cumhuriyetinin kendi ve uluslararası hukuka uyması olan ve taleplerinin karşılanmaması üzerine açlık grevi yapan mahpus sayısı giderek artmaktadır. Gelinen noktada ise tüm ülke çapında farklı cezaevlerinde, 5 bini aşkın tutuklu ve hükümlü süresiz ve dönüşümsüz açlık grevi yapmaktadır. Diğer yandan bu ana kadar 8 mahpus yaşamını sonlandırmış bulunmaktadır.
Bu dönemin ise önceki açlık grevleri dönemlerinden farkı vardır. TTB ve ATO’nın özellikle İnsan Hakları Komisyonunun 1996-2000 yılları açlık grevlerinden getirdikleri tecrübe ve hekimlik becerisinden yararlanılmamaktadır. Çok sayıda başvurumuza rağmen meslek örgütümüzün talepleri cezaevlerinde özel muayene isteği gibi algılanmaya çalışılmakta, taleplerimiz çarpıtılmakta ve red yanıtları verilmektedir.
Açlık grevini sürdüren mahpusların sağlığının geldiği kritik aşama, tıp etiği ilkeleri ve mahpus haklarına dair kurallar cezaevlerinin bir an önce kapılarını bağımsız sağlık heyetlerine açması gerektiğini göstermektedir. Çünkü cezaevlerindeki mevcut sağlık birimleri ne sağlık personeli sayısı ve tecrübesi açısından ne de cezaevi revirlerinin olanakları açısından açlık grevindeki binlerce mahpusu takip etme kapasitesine sahip bulunmamaktadır.
Buradan tekrar ifade ediyoruz ki: Malta ve Tokyo Bildirgeleri ve de mezuniyet yeminine sadakat içinde olan hekimlerimiz, bila bedel olarak, en kutsal insanlık hakkı olan yaşam hakkının korunması hususunda, devletimize destek arayışını ve taleplerini sürdürmektedir. Bu konuda gerekli belge ve bilgiler cezaevlerine ve buralarda çalışan hekim arkadaşlarımıza iletilmiştir. Yaşam süresini uzatmak ve kalıcı nörolojik hasarlardan korunmak için açlık grevcilerinin günde kişiden kişiye değişmekle beraber asgari 1 lt su, 5 çorba kaşığı şeker, 2 çay kaşığı tuzun ve B1 vitamininin almasını önermekteyiz.
Açlık grevcilerinin politik ve yaşamsal taleplerinden bağımsız olarak tüm mahkumları da içeren bir şekilde vatandaşlarımızın yaşam haklarını ve sağlıklarının korunmasını önemsiyoruz. Yetkilileri, Adalet Bakanlığı’nı ve Cezaevi yönetimlerini Türk Tabipleri Birliği ve Ankara Tabip Odamızla işbirliğine davet ediyor ve bu kitlesel yaşamsal sağlık sorununun aşılmasında tecrübelerimizi aktarmak istiyoruz. Bu tarihi ve bilimsel hekimlik sorumluluğumuzdur. Aksi tutumlar ülkemizi bir çağdaş ülke olmak konumundan çıkarmakta, Türkiye’nin onurunu uluslararası arenada zedelemektedir.
Yarın çok geç olabilir. Önüne geçilebilir nedenlerle insanların kalıcı olarak zarar görmemesi, geçmiş dönemlerde olduğu gibi benzer süreçlerde ortaya çıkan can kayıplarının bir daha yaşanmaması için başta yetkili kişiler olmak üzere herkes bir kez daha ve acilen duyarlı ve sorumlu davranmalıdır. Türkiye bu trajediyi ve insanlarının ölümünü hak etmiyor. Yaşatmak için yaşayan bir mesleğin mensupları olarak umarız ki ölüm değil, yaşam kazansın!
Kamuoyu ve basına saygılarımızla,
Ankara Tabip Odası