Ortak Basın Bülteni
31 Ağustos 2021
“Cezaevlerinde Sağlık Hakkı İnsan Hakkıdır”
Cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlüler tarafından sağlık meslek örgütlerine, insan hakları derneklerine, sendikalara, barolara ve bu alanda faaliyet yürüten sivil toplum örgütlerine, Covid süreciyle birlikte giderek artan sağlık hizmetine ulaşmada ve hizmetin alınması esnasında ciddi hak ihlalleri yaşandığı ve tedavilerin aksadığına yönelik çok sayıda başvuru yapılmaktadır.
İnsan Hakları Derneğinin 01.04.2021 tarihli açıklamasına göre Türkiye’de 300 bin civarında tutuklu ve hükümlü mahpus bulunmaktadır. Bunların 604’ü ağır olmak üzere 1605 hasta mahpus bulunmaktadır.
Cezaevlerinde yaşanan sağlık hakkı ihlallerinin en önemli sebeplerinden biri hasta tutuklu ve hükümlülerin tedaviye erişimlerinin önündeki engellerdir.
Uluslararası standartlar, sözleşmeler ve protokoller; sağlık hizmeti sunumunun toplumun her kesimine olduğu gibi özgürlüğü kısıtlanmış bireylerde eşit bir şekilde uygulanmasının devletin bir yükümlülüğü olduğunu vurgulamaktadır.
Ülkemizde de Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı hakkında kanunun (5275 s.k.) 6.maddesinin f fıkrasında; “Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur” cümlesiyle yaşam ve sağlık hakları koruma altına alınmıştır.
Cezaevlerinde sağlık hakkına erişimde yaşanan sıkıntının en temel nedenleri arasında yönetimsel sorunlar dışında cezaevinde kalan tutuklu ve hükümlü sayısının yüksek olması da önemli bir etkendir.
Cezaevlerinde kalan hasta tutuklu ve hükümlülerin sağlık haklarına erişiminden büyük engellerden birisi kelepçeli şekilde muayene ve tedavi edilmeye zorlanmalarıdır. Bu nedenle bir çok mahpus muayene ve tedavileri yapılmadan cezaevine dönmek zorunda kalmaktadır.
Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı tarafından imzalanan “Üçlü Protokol’’ kapsamında tutuklu ve hükümlülerin muayenesi sırasında yalnız olamayacaklarını öngören 61.maddesi hükmü, insan hakları ile hekimlik mesleğinin ilkelerine aykırı olmasının yanı sıra hekimle hasta arasında bir tür güvenlik duvarı oluşturmakta ve sonuç olarak hastanın en temel insan haklarından olan tıbbi yardım ve tedavi olma hakkını ortadan kaldırmaktadır. Bu durum BM tarafından kabul edilen; ülkemizdeki hekimlerin ciddi birikim, deneyim ve katkılarıyla oluşturulan İstanbul Protokolüne de aykırılık teşkil etmektedir.
Terörle ve çıkar amaçlı suç örgütleriyle mücadele amacının gereklerini fazlasıyla aşan bu düzenleme, hastanın en temel insan haklarından olan tıbbi yardım ve tedavi alma hakkını ortadan kaldırmasının yanı sıra; tıp mesleğinin etik ilkelerini, bu bağlamda hasta/hekim ilişkilerinin gizli kalması gereken niteliğini ve anayasal güvence altında olan özel hayatın mahremiyetini ihlal eden sonuçlara yol açmaktadır.
Ulusal ve uluslararası nitelikteki sözleşmeler ile yasa, tüzük ve yönetmelik hükümlerine göre polis ya da diğer kolluk görevlilerinin muayene odasında bulunmamaları gerekir. Hekimin, bu koşulların sağlanması için ilgililerden istekte bulunma hakkı vardır ve bu hak, aynı zamanda hekim için meslek etik kurallarına uyma zorunluluğundan kaynaklanan bir sorumluktur.
İkinci olarak hastane sevkleri dış güvenlik sorunları, ödenek yokluğu, pandemi vb. çeşitli gerekçelerle yapılmamakta ya da geciktirilmektedir.
Başka cezaevine mahpusların sağlık dosyaları ile ilgili gecikmeler, geldikleri cezaevinde ilaç temini ile ilgili güçlükler, kurumun bulunduğu il/ilçe hastanelerinde hastanın takibini yapacak ilgili uzmanlık dalı hekiminin bulunmaması gibi nedenlerle özellikle kanser hastası olan ve kronik hastalığı bulunan mahpusların sağlığa erişimi engellenmektedir.
Cezaevlerinde ağız ve diş sağlığı ile ilgili sorunları olanlar açısından durum daha da vahimdir. Çoğu cezaevinde bu konuda tıbbi cihaz donanım ile diş hekimi ve yardımcı sağlık personeli yok ya da sınırlı sayıdadır. Ağız ve Diş Sağlığı Merkezleri Türkiye genelinde yeterli sayıda olmayıp bu merkezlere sevk ile ilgili de büyük sorunlar yaşanmaktadır. Ayrıca diş muayenesi gibi özellikli muayenelerde bile kelepçelerin çıkarılmaması sağlığa erişimi büyük oranda engellemektedir.
Kronik hastalığı olan mahpusların diyet yemeği almalarında yaşadığı güçlükler ile normal yemeklerin besin değeri, miktarı konusunda, temiz suya erişimde sorunlar yaşanmaktadır. Kantinden yiyecek, içecek ve diğer ihtiyaçlar üzerinden yapılmak istenen alışverişlerde normalin çok üzerinden fiyatlarla satış yapılıyor olması, kadın mahpusların özel ihtiyaçlarına erişimle ilgili sorunlar ile ilgili çok sayıda şikayet başvurusu olmaktadır.
LGBTİ+ bireylerin yaşadıkları tecrit, ayrımcı, ötekileştirici tutumlar, sağlık hizmetine erişim, cinsiyet değiştirme sürecine yönelik olarak aldıkları hormon, ilaç ve müdahalelere ulaşımla ilgili sorunlar da henüz çözüme kavuşturulmuş değildir.
Havalandırmaya çıkarılmama ve tecrit ayrı bir hak ihlalidir. Mahpusların yeterince gün ve güneş ışığından yararlanamaması, fiziksel aktivite yapamaması, kronik hastalık ve kas-iskelet sistemi hastalıklarına davetiye çıkarmaktadır. Bu durum cezaevlerinde ikincil bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılmaktadır.
Cezaevlerinde ısınma-ısıtma ile ilgili sorunlar, bireysel temizlik ve hijyen açısından gerek duyduğu temizlik malzemelerinin verilmemesi ya da az verilmesi, ortak kullandırılması, sıcak suya erişim ile ilgili sıkıntılar hem kendi hem de cezaevinin temizliği ve hijyeni açısından bulaşıcı hastalıklar açısından risk faktörüdür.
Tedavi için gönderilen hastanelerdeki mahkum koğuşlarının fiziki koşulları yetersizdir. Sağlık meslek örgütleri olarak mahkum koğuşlarını gözlem ve ziyaret talebi ile ilgili başvurularımız her seferinde olumsuz sonuçlanmaktadır.
Cezaevlerinin birçoğunda sağlık personelinin 24 saatlik nöbet tutmuyor olması ya da acil ambulans hizmetlerinin olmaması nedeniyle başta kalp krizleri olmak üzere akut müdahale ile önlenebilir hastalıklar nedeniyle ölümler yaşanmaktadır.
Hasta mahpuslar ya cezaevlerinde ya da durumlarının ağırlaşmasının ardından tahliye edildikten kısa bir süre sonra yaşamlarını yitirmektedirler. Cezaevinde kalamayacak durumda olan ve infazlarının bir an önce ertelenmesi gereken ağır ve kronik hastalıkları olan mahpusların sorunları; sağlığa erişimdeki eşitsizlikler, gerekli sağlık hizmeti sağlamaya elverişli olmayan fiziki koşullar ve tecrit uygulamalarının tetiklediği olumsuzluklarla katmerlenerek artmaktadır.
Anayasa’nın 104. maddesine göre; Cumhurbaşkanı “sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle belirli kişilerin cezalarını hafifletmek ve kaldırmak” yetkisine sahiptir. Adlî Tıp Kurumu’nun sürekli hastalık, sakatlık ve kocama hallerinden birinin bulunduğuna karar vermesi halinde Cumhurbaşkanı, af yetkisini kullanma konusunda takdir yetkisine sahiptir. Ceza İnfaz Kanunun 16. maddesinde “hükümlünün hastalığının hayatı için kesin tehlike teşkil ettiğine Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenen Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor gereği karar verilen” kişilerin infazlarının ertelenebileceği düzenleniyor olsa da bilindiği üzere, bu madde yine Ceza İnfaz Kanunu’nun 116. maddesine rağmen hasta tutuklulara uygulanmamaktadır. Dahası, hasta tutuklu ve hükümlülerin Adli Tıp Kurumu’ndan onay alması ise başlı başına yıldırıcı niteliktedir.
Adalet Bakanlığı’nın belirlediği tam teşekküllü hastanelerden alınan raporlar Adli Tıp Kurumu’nda haftalarca, aylarca bekletilmekte, kimi zaman hastalar ring araçlarıyla saatler boyunca süren yolculuklarla İstanbul Adli Tıp Kurumu’na çağrılmakta ve çoğu dosya ret kararı ile geri gönderilmektedir
24 Ocak 2013 tarihinde kabul edilen 6411 Sayılı Kanunla hasta hükümlülerin infazının ertelenmesi açısından olumlu bir düzenleme getirilmiş gibi sunulan koşullar, hükümlünün “maruz kaldığı ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle hayatını yalnız idame ettirememesi” ve “toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağının değerlendirilmesi” şeklindedir. Bu düzenleme ancak devletin güvenliğini kişilerin sağlık hakkına erişiminden öncelikli kabul eden siyasal tutumun bir ifadesi olarak değerlendirilebilir.
Adalet Bakanı’nın 22.12.2020 tarihli açıklamasından 2013 yılından itibaren Adli Tıp Kurumu tarafından 1330 mahkumun ağır hastalık raporunun onaylanmadığı yani “ceza infaz kurumunda kalabilir” raporu verildiği anlaşılmaktadır.
Bir diğer konu tek kişilik bölmeli, eski, insani koşulları taşımayan ring araçlarıyla sevkler yapılmasıdır.
16.09.2011 tarihinde Van’dan İstanbul’a giden görevlilerin kilitli kapılarını açamadığı ring aracındaki araçtaki 5 mahpus diri diri yanarak ölmüş, 10 asker ise yaralanmıştır. Ring aracının daha önceden arızalı olduğu, acil çıkış kapısının olmadığı, mahpusların ellerinin kelepçeli olduğu bilirkişi raporu ile kanıtlanmış, mahpusların kaçmasını önlemek için asma kilit, sürgülü kilit ve anahtarlı kilit şeklinde 3 ayrı kilit sisteminin olması nedeniyle geç kalındığı ortaya çıkmıştır. Mahpusların taşınması için kullanılan tüm araçların standartlarının gözden geçirilmesi can güvenliği açısından hayati bir konudur.
Yaşadığımız Covid-19 pandemisi açısından en riskli yerlerin başında, koşulları gereği cezaevleri gelmektedir. Pandemi nedeniyle acil hastalar dışında cezaevlerinden sağlık kuruluşlarına hasta çıkışlarında sorunlar yaşanmaktadır. Hastane dönüşleri uygulanan 14 günlük karantina koşulları pandemiyi önlemenin dışında mahpuslar için cezaya dönüşmüş durumdadır. Uygun fiziki koşulların sağlanmadığı, bazen tek bazen da 20-30 kişinin bir arada kaldığı, temizlik, hijyen, havalandırma vb virüs yükünü azaltan uygulamaların olmadığı karantina koşulları bulaş riskini arttırmakta ve sonrasında cezaevindeki herkesin sağlığını tehlikeye atmaktadır. Ayrıca karantina boyunca mahpuslar ilaçlarından ve diğer kişisel eşyalarından uzak kalmaktadırlar. Pandemi ile birlikte açık görüş hakkı, sosyal aktivite, spor, havalandırma hakkının kullanılması önündeki engeller ikincil bir cezalandırmaya dönüşmüş durumdadır.
Cezaevlerinde hem mahpusların hem de görevli personelin Covid-19 aşılarının ne oranda yapıldığı ile ilgili olarak elimizde yaklaşık bir veri bulunmamaktadır. Adalet Bakanlığının bu konu ile ilgili olarak elindeki verileri bizlerle paylaşmasını istiyoruz.
Bizler sağlık örgütleri olarak tekrar belirtmek isteriz ki; sağlık hakkı insan hakkıdır. Devletin kendi korumasında ve denetiminde olan herkes gibi cezaevlerinde bulunan tüm mahpuslara başta sağlık hakkına erişim olmak üzere tüm gereksinimlerini karşılamak zorunda olduğunu tekrar hatırlatır, bu konunun takipçisi olduğumuzu belirtmek isteriz.
Ankara Tabip Odası
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası Ankara Şubesi