Ankara Tabip Odasi Basın Açıklaması
18.08.2014
Asistan Hekim “İthalatı” Çare Değildir
Bir süredir ulusal basında ülkemizdeki hekim açığına “yabancı asistan hekimle” çare bulunacağına ilişkin haberler yer alıyor.
Öyle anlaşılıyor ki, yetkililer Türkiye’deki asistan hekim açığını başta Yunanistan olmak üzere hekim fazlası bulunan ülkelerden asistan hekim “ithal ederek” kapatmayı düşünüyorlar. Daha “hızlı” sağlık hizmeti sunabilmek için öncelikle hekim açığının giderilmesini gerekli gördüklerini ifade ediyorlar.
Meslek örgütümüz eşit, nitelikli, ücretsiz ve ulaşılabilir sağlık hizmetine erişimin bir yurttaşlık hakkı olduğunu ve bunun için de nüfus cüzdanını yeter koşul gördüğünü her fırsatta dile getirmektedir. Ne var ki, bakanlık yetkilisinin arzuladığı “hızlandırılmış” sağlık hizmeti savunduğumuz talepler arasında yoktur. Bu hedef meslek örgütümüzün ve zaten özveriyle çalışmakta olan sağlıkçıların değil, Sağlıkta Dönüşüm Programının gündemindedir.
Bugün performansa dayalı çalışma, güvencesizlik ve taşeronlaşma piyasalaştırılan sağlık alanındaki başat emek rejimi haline gelmiştir. Dönüşüm programının sürdürülebilirliği adına sağlık çalışanları neredeyse köleliğe mahkum edilirken, sağlık hizmeti talebi de adeta “kışkırtılmıştır”. Geçtiğimiz on iki yılın sonunda poliklinik başvurularının yaklaşık beş kat artması söz konusu “kışkırtılmış” sağlık hizmeti talebinin kanıtı ve sonucudur.
Niceliksel kriterlere dayalı performans sisteminin baskısı altında çalışan sağlıkçılar sağlık hizmetinin değerinin hız ile, sayılar ile ölçülemeyeceğini en iyi bilen kişilerdir; sağlık emekçileri için, hizmeti üretenler için önemli olan hizmetin niteliğidir, artık içi iyice boşalmış olan sayılar değil!
Uzun sürelerle ve emek-yoğun olarak çalışan sağlıkçılar kendilerinden talep edilen “hız”a ulaşmaya çabalarken tükenmişlik yaşamakta, şiddet görmekte, iş kazalarına uğramakta, meslek hastalıklarına yakalanmakta, özetle sağlıklarını ve hatta kimi zaman hayatlarını yitirmektedir.
Kışkırtılmış Talebi Hekim İthal Ederek mi Karşılayacaksınız?
Kışkırtılmış sağlık hizmeti talebini karşılayacak hekim sayısına ulaşabilmek için tıp fakültelerinin kontenjanları yıllar içinde olağanüstü arttırılmıştır. Kontenjanlar uçarken tıp eğitimi neredeyse dibe vurmuştur! Alt yapısı olmayan tabela tıp fakülteleri açılmış, öğretim üyesi bulunmayan okullara öğrenci alınmıştır. Anlı şanlı fakültelerin dersliklerinde, laboratuarlarında oturacak sandalye veremediğimiz öğrenciler, çareyi evlerindeki banyo taburelerini okula taşımakta bulmuşlardır. Artık araştırmalarda, tıp fakültelerindeki son sınıf öğrencilerinin çoğu, mezun olmalarına ramak kala en temel hekimlik becerilerine sahip olmadıklarını itiraf etmektedirler. En köklü fakültelerimizde bile 6 yıl boyunca öğrencilerin dörtte üçü bir kez bile aşı yapmıyor, dörtte birinden fazlası bir kez bile cerrahi dikiş atmıyor. Eğitimin niteliğini yok eden bu plansız kontenjan artışına rağmen, sağlıkta dönüşüm programının hedeflediği hekim sayısına ancak 2023 yılında ulaşılabileceği görülüyor.
Tıp fakültelerinin kontenjanları arttırılmasına karşın tıpta uzmanlık sınavında açılan kontenjan sayısı ise yıllar içinde azalmıştır. 2012-2013 yılları, 2008-2009 yılları ile karşılaştırıldığında bu azalmanın oransal olarak
%15-20, sayısal olarak da yılda yaklaşık 1000 hekim civarında gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu yirmi bin uzman hekime ihtiyaç duyulduğunu ifade etmiştir. Bu gerçekten böyle midir? Bu rakam nasıl hesaplanmıştır? Aslında Dünya Sağlık Örgütü istatistiklerine göre 100.000 kişiye düşen hekim sayısı bakımından Türkiye’nin orta-üst gelir grubu ülkelerle neredeyse farkı yoktur. Ama velev ki bu ihtiyaç doğrudur, öyleyse niçin uzmanlık kontenjanları azaltılmaktadır?
Sayın Bakanın, iddia ettikleri uzman hekim ihtiyacının nasıl karşılanacağı konusunda galiba kafası çok net değildir. 30 Mayıs 2014 tarihinde tıp fakültelerinin kontenjanlarının artırılmasıyla yirmi bin uzman hekim açığının 4-5 yıl içerisinde kapatılacağını söyleyen de, bu sözün üzerinden iki ay geçmeden Yunanistan’dan asistan hekim ithal etmeye yönelen de aynı Bakan’dır.
Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı İrfan Şencan Yunanistan’da yeni mezun hekimlerin uzmanlık eğitimi için 5 ila 9 yıl beklediğini, bu hekimlerin uzmanlık eğitimlerini Türkiye’de almaları durumunda üniversite ve devlet hastanelerindeki asistan hekim ihtiyacının giderilebileceğini belirtiyor. Türkiye’de üniversite ve eğitim hastanelerinde gerçekten asistan gereksinimi varsa, niçin asistan kontenjanları azaltılmaktadır? Böyle bir gereksinim varsa, bunu karşılayacak kaynak olarak niçin yurt dışı gösterilmektedir? Türkiye’de mezun olan hekimler uzmanlık eğitimi için hiç beklememekte midir?
Uzmanlık eğitiminden sonra bu hekimlerin akıbetinin ne olacağı konusunda da bakanlık yetkililerinin söylemleri tutarlı değildir. Müsteşar yardımcısı bu hekimlerin eğitimden sonra ülkelerine döneceğini, öte yandan Bakan Müezzinoğlu bunların en az yarısının özel sektörde istihdam edilmesini öngörüyor. Bakanın söylemi bürokratınkinden farklı, bakanın bugünkü söylemi kendisinin dünkü ifadesinden farklı: bütün bu tutarsızlıklar ithal hekim politikasının nasıl bir planla(yama)maya dayandığını açık olarak ortaya koymaktadır.
Peki, Yunanistan’da Durum Nasıl?
Geçen yıl düzenlenen 39. Ulusal Hematoloji Kongresi’ne Yunanistan’dan katılan öğretim üyesi bir meslektaşımız ülkesindeki krizin ardından halkın alım gücündeki gerileme nedeniyle özel hastane başvurularının azaldığını, bu nedenle kamuda çalışan hekimlerin iş yükünün yarı yarıya arttığını, ama gelirlerinin de aynı oranda azaldığını ifade etmişti. Bu meslektaşımız Yunanlı hekimlerin Türkiye’ye gelmesinin önündeki en büyük engelin lisan sorunu olduğunu, zorunlu olarak İngilizce konuşulan ülkeleri tercih ettiklerini belirtmişti. Yetkililer Yunan meslektaşımızın dile getirdiği bu lisan sorununu nasıl çözmeyi planlamaktadır? Sayın Bakan bir demecinde yabancı hekimlerin Türkçeyi asistanlıkta öğreneceklerini ifade etmişti. Hasta ile anlaşmayı öğrenene kadar alamadıkları eğitimden, tedavi edemedikleri hastalardan kim sorumlu olacaktır?
Yabancı hekimlerin ihtisaslarını tamamlamalarının ardından uzman hekim olarak görev yapmaya devam edip edemeyecekleri belirsizdir. Hekim dağılımındaki bölgesel eşitsizliklerin giderilmesinde yabancı hekimlere nasıl bir rol verilmesi düşünülmektedir? Yabancı hekimler ülkemizde hangi statüde istihdam edilecektir? Bunların hiçbirinin yanıtı belli değildir.
Sonuç Olarak
Kapitalizmin doymak bilmeyen kar hırsının tetiklediği “hızlandırılmış sağlık” anlayışı nedeniyle sağlık hizmeti gün be gün daha niteliksiz hale gelmektedir. Bu yanlış politikalarda ısrar edilirse yakın gelecekte hekim emeği tümden değersizleşecek, hekim işsizliği iyice belirginleşecektir.
Ülkemizde tıpta uzmanlık öğrencileri ve tıpta uzmanlık eğitimi onlarca sorun ile yüz yüzedir. Uzmanlık öğrencileri ağır çalışma koşulları altındadır, sık nöbet tutmakta, uzun süreli mesailer yapmakta, ama ne emeklerinin karşılığını görebilmekte ne de çoğu durumda evrensel anlamda kabul edilebilir nitelikte eğitim alabilmektedirler. Yetkililer uzmanlık eğitiminin niteliğinden başlayarak öncelikle bu sorunları çözmelidir.
Tıp fakültelerinin kontenjanları bugünkü yüksek seviyelerde kaldığı takdirde 2023 yılında Türkiye’nin ihtiyacı olduğu öne sürülen hekim sayısı bile aşılmış, hekim işgücü fazlası yaratılmış olacaktır. Türkiye’nin hekim iş gücü konusundaki esas sorunu, toplam hekim sayısının iddia edilen azlığından ziyade hekim dağılımındaki eşitsizlikten kaynaklanmaktadır. Hekim dağılımındaki bölgesel eşitsizlikler ise doğru planlama ve özendirici önlemler ile giderilebilir. Sağlıkta dönüşümün yarattığı tahribat hekim ithal edilerek onarılamaz.