Tıbben 15 Yaş Altı Çocuğun Görünürdeki “Rızası” “Geçersiz” Olmalıdır
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 103. Maddesi’ndeki ceza yaptırımlarını iptal etmesi üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Adalet Komisyonu’ndan Genel Kurul’a gönderilen yasa tasarısına göre cinsel saldırıya uğrayan çocukların rızalarının değerlendirilme sınırının 15’ten 12’ye indirilmesi önerilmektedir.
Konunun hukuki yönünün değerlendirilmesini hukukçulara bırakarak, böyle bir uygulama önerisinin kabulü durumunda doğacak bedensel ve ruhsal tıbbi sakıncalara değinmek isteriz.
Türk Medeni Kanunu kişinin rızasının hukuken geçerli sayılmasında reşit olmayı temel alır. Reşit olma kişiye özgü iki temel özelliği koşul sayar: Ayırt etme gücünün yerinde olması ve 18 yaşını bitirmiş olmak. İstisna olarak da evlenme ve mahkeme kararıyla ergin kılınma sayılır. Evlenme ile ilgili yasal yaş sınırı 17 olarak tanımlanmış, istisnai durumlarda mahkeme kararıyla en çok 16 yaşında evlenilebileceği kurala bağlanmıştır. Mahkeme kararıyla ergin sayılma için ise kişinin 15 yaşını bitirmiş olması koşulu aranmaktadır. Türk Medeni Kanunu asıl olarak kişiler arası ilişkiler ve kişi-devlet ilişkilerinde doğan mülkiyet, borç ve haklar konularını düzenler. Yani buna göre bir kişi; mülk edinme, borçlanma konularında rızasının hukuken geçerli sayılması için asıl olarak 18, istisnai durumlarda ise en az 15 yaşında olmalıdır. Türk Medeni Kanunu 15 yaşından küçüklerin rızasını hukuken geçerli saymamaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun 31. Maddesi ise bir suç nedeniyle yargılanan çocukların ceza sorumluluklarının tam sayılması için 15 yaşını doldurmuş olmaları koşulunu koymaktadır. 12-15 yaş arasındaki çocukların suç işlemeleri durumunda bile rızalarının tam olmadığı kabul edilmektedir. Bu yaş aralığında ise çocukların toplumun suç-ceza kavramı konusunda farklı derecelerde gelişmişlik göstereceği yönündeki tıbbi-psikolojik bilginin temel alındığı görülür. Hukukta “rıza” denilen durumun kişinin “ayırt etme gücü” (temyiz kabiliyeti) ile doğrudan ilgili olduğu açıktır. Herhangi bir konuda “ayırt etme gücü” yerinde olmayan bir kişinin “rızası”nın geçerli olduğu ileri sürülemez. Türk Ceza Kanunu sanık kişinin “ceza sorumluluğu” ile ilgili gelişimsel (Madde 31, 33) ve tıbbi koşulları (Madde 32, 34) tanımlamıştır. “Rıza” kavramının yer aldığı 30 maddenin hiç birinde rıza tanımı yapılmamaktadır. Dolayısıyla TCK mağdurların “rıza” yeterliği ile ilgili bir gelişimsel, tıbbi tanım getirmemektedir. Buna karşılık bedenen ya da ruhen kendini savunamayacak durumda olma (Madde 102/3/a), silâhla veya birden fazla kişi tarafından birlikte saldırıya uğramış olma (Madde 102/3/d) gibi “rıza”yı zorla elde etme ya da rızasızlığı zorla aşma durumları tanımlanmıştır. TCK’da rıza tanımlanmamış olduğu halde insan ticareti ile ilgili 80. Maddenin 1. Bendinde “rıza elde etmek” kavramı tanımlanmakta ve bu bentte sayılan zorlayıcı ve kandırıcı yollarla rıza elde edilmiş bile olsa maddenin 2. Bendinde mağdurun rızasının geçersiz olacağı tanımlanmıştır.
Türkçede “olur” hukuk dilinde “rıza” sözcüğü ile karşılanan kavram kişinin kendisine yönelik herhangi bir uygulamaya istekli olmasını ya da olumlu tepki göstermesini, kendi özgür iradesiyle karşı koymamaya, izin vermeye karar vermesini ifade eder. Kişinin herhangi bir yönde rıza bildirebilmesinin temeli, o konuda yeterli bilgi birikiminin olmasına, yoksa bilgiler sağlandığında kavrayabilir ve değerlendirebilir ve bir seçim yapabilir düzeyde bir zihinsel yeterliğinin olmasına dayanır. Elbette “kişinin bir konudaki veri ve bilgileri, kendisi için yararlı olanı zararlı olandan, doğru olanı yanlış olandan ayırt edecek ve yararına bir tercihte bulunacak yeterlikte değerlendirebilir olması gereklidir. Bu bir hukuki kavram olmakla birlikte tıpta (psikiyatride) çocuk söz konusu olduğunda akli yetilerinin gelişme düzeyi göz önüne alınmadan durumu değerlendirilemez. Değerlendirilirse hukuki olmaz. Bilimsel olarak doğru olmayanın hukuki olması beklenmez. AYM kararında ve Adalet Komisyonu çalışmasında, çocuğun rıza yetisinin ceza sorumluluğuna benzetildiği anlaşılmaktadır. Çocuğun bir suçun sanığı olması durumunda yaşa ve duruma göre farklı ceza sorumluluğu olmasının (TCK Madde 31 ve 33) temelinde yer alan psikolojik (bilimsel) dayanak ile rıza yeterliğinin dayandığı “ayırt etme gücü”nün temelinde yer alan ruhsal kavramlar (kavrama ve isteme [=irade]) aynı psikolojik yetilere dayanmaz. Ruhsal gelişme ve olgunlaşma sürecindeki bir çocukta öğrenilenlerin ve istemek/istememekle ilgili becerilerin sırası aynı değildir. Çocukların yasaklanmış olanlarla ilgili kuralları daha erken öğrendikleri ve yasaklanmış olanla ilgili kendi davranışlarını denetleme becerisi kazanmaları daha erkendir. Buna karşılık nelerin toplumca doğru kabul edildiği ya da kendisi için yararlı olduğu, hangi isteklerini yerine getirmesi ve hangilerini ertelemesi gerektiği ile ilgili bilgiler ve isteklerini erteleme becerileri görece daha geç olgunlaşmaktadır.
Bu bilimsel gelişmeyle tutarlı olarak Türk Ceza Kanunu ceza sorumluluğu için olgunlaşma yaşını 15 olarak belirlemiş, buna karşılık 12-15 yaş arasında görece erken gelişme olasılığını da dikkate alarak tıbbi değerlendirmeye bırakmıştır. Oysa rıza yaşı TCK’de tanımlanmamış ve zımnen TMK’de tanımlanmış erginlik sınırının kabul edildiği anlaşılmaktadır. Bu da yukarıda tanımlandığı gibi en küçük 15 yaştır. Bu durumda ceza sorumluluğu için mutlak yaş sınırı olan 12 yerine, rıza söz konusu olduğunda mutlak yaş sınırı olarak 15’in alınması gerektiği hem tıbben hem de hukuken anlaşılmaktadır.
Özetle 15 yaş altındaki çocuğun görünürdeki rızası TCK Madde 80’de kabul edildiği gibi “geçersiz” kabul edilmelidir. AYM kararı görünüşte sanık yararını gözetmekte ancak özel koruma altında olması gereken çocuk üzerindeki korumanın gevşemesi olasılığını değerlendirmemiş görünmektedir. Konu doğrudan bilimsel değerlendirme gerektirdiği ve konunun uzmanlarının bilimsel değerlendirmesinin alınması gerektiği halde Adalet Komisyonunun bunu yapmamış olduğu görülmektedir.
Bu çerçevede, yasa tasarısının bu haliyle Meclisten geçmesiyle ortaya çıkacak hukuki sorunlar yanında, doğacak tıbbi, ruhsal, sosyolojik zararların da dikkate alınması gerekmektedir. Söz konusu metnin Adalet Komisyonu tarafından geri çekilerek gerekli düzeltmelerin yapılmasından sonra Genel Kurula sevkinin sağlanmasını talep ederiz.
Saygılarımızla
Türkiye Psikiyatri Derneği
Ankara Tabip Odası