Ankara Tabip Odası Kadın Hekimliği ve Kadın Sağlığı Komisyonu’nun
25 Kasım 2018
"Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Ve Uluslararası Dayanışma Günü"
Basın Açıklaması
Şiddetle Mücadelede Gerçek Çözüm İstiyoruz
25 Kasım 1960; Dominik Cumhuriyeti'nde Patria, Minerva ve Maria Mirabel kardeşlerin diktatörlüğün askerleri tarafından, tecavüz edildikten sonra işkenceyle katledildikleri gündür. 1981'de Dominik'te toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayında; 25 Kasım, "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Ve Uluslararası Dayanışma Günü" olarak kabul edilmiş, 1985 yılında da, BM tarafından ilan edilmiştir.
Her 25 Kasımda biz, dünyanın dört bir köşesinden kadınlar; efsaneleşen üç kadını 1981’den itibaren anıyor, patriyarkanın, heteroseksizmin ve onun kurumlarının sistematik biçimde sürdürdüğü şiddete karşı dayanışmamızı örüyoruz.
Bugün 25 Kasım 2018, yine bir "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Ve Uluslararası Dayanışma Günü". Kadın dayanışmasına her zamankinden daha çok gereksinim duyduğumuzu biliyoruz.
Aradan geçen 58 yıl… Ve kadınlar hâlâ vahşice öldürülüyor; yaralama, saldırı, tehdit eylemlerine maruz kalıyor; evde, sokakta, iş yerinde, devletin kurumlarında, gözaltında ve savaşta tecavüze uğruyor. Erkek mahkemelerde kadına yönelik bütün bu şiddet ve cinsel saldırı eylemleri cezasız bırakılırken, kadın katilleri korunurken, tacize ve tecavüze uğrayan, katledilen kadınlar yargılanıyor. Medya, cinsel şiddeti meşrulaştıran ve erkekleri kollayan habercilik anlayışına devam ediyor.
İstihdam, sağlık ve sosyal güvenlik politikaları, kadınları erkeklere bağımlı kılarak daha da yalnızlaştırıyor. Hasta, yaşlı, çocuk bakımını ve ev işlerini kadının görevi gören, kadınlara evdeki görevlerini de ihmal etmemek adına esnek ve kısmi zamanlı olarak çalışma stratejilerini dayatan bir sistem kadınları eve hapsediyor.
Kadınları sadece annelik üzerinden tanımlayan politikalar, kadınları koruyucu sağlık hizmetlerinden ve onun bir bileşeni olan gebelikten korunma yöntemlerinden yoksun bırakarak ve kendi bedenleriyle ilgili kararlarına karışarak kadınların cinsel haklarını ve dolayısıyla insan haklarını, yaşama ve var olma haklarını yok sayıyor.
Şiddet bütün toplumsal cinsiyet kimliklerine ve cinsel yönelimlere yönelik olarak sürüyor. Homofobiyi ve transfobiyi çoğaltan uygulamalar ve söylemler, transları ötekileştiren ve öldürülmesine neden olan nefret söylemlerini inşa etmeye devam ediyor.
Şiddeti önlemek için devletlerin yükümlülüklerini anımsatmak istiyoruz
Kadına yönelik şiddetle mücadeleye zemin hazırlayan en önemli sözleşme, 1979 yılında hazırlanan ve ülkelerin onayına sunulan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi (CEDAW) Sözleşmesi’dir. Sözleşme ile taraf devletlere toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın ve görünümlerin tasfiye edilmesi için gerekli her türlü önlemi alma konusunda sorumluluk verilmiştir. CEDAW Sözleşmesinin 1989 tarihli 12 No’lu tavsiye kararında, devletlerin kadınları şiddetten korumakla yükümlü oldukları ve ülkelerin bu konudaki gelişmeleri rapor etme gereklilikleri belirtilmiştir. CEDAW Komitesinin1992 tarihli 19 No’lu tavsiye kararında da kadına yönelik şiddetin topumsal cinsiyete dayalı bir ayrımcılık biçimi olduğu ve insan haklarının kullanılmasını engellediği ifadesi yer almıştır.
Dünyada yıllarca ceza hukuku ve savunma sektörünün problemi olarak görülmüş olan ama sağlık açısından ele alınmamış olan şiddet; 1996’da Cenevre’de toplanan Dünya Sağlık Asemblesi’nin uluslararası sağlık gündemine alınmış ve toplantıda şiddetin tüm dünyada önde gelen bir toplum sağlığı sorunu olduğunu açıklayan karar kabul edilmiştir.
Ardından Üye Devletlere şiddet sorununu acil değerlendirmeleri çağrısı yapılmış ve Dünya Sağlık Örgütü’nden (DSÖ) şiddeti anlamak ve önlemek için bilimsel temelli bir yaklaşım geliştirmesi istenmiştir.
Aile Bakanlığı'nın mali desteğiyle Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından yürütülen 2014 Türkiye'de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması; 2008 araştırmasından sonra Türkiye genelinde yapılmış en geniş kapsamlı ikinci araştırmadır.
2014 araştırmasına göre; kadınlar en fazla yakın ilişkide oldukları erkekler tarafından şiddete maruz bırakılmaktadır. Kadınların eş veya birlikte oldukları erkekler tarafından yaşamlarının herhangi bir döneminde maruz bırakıldıkları fiziksel şiddet % 36, cinsel şiddet ise % 12’dir.
Türkiye’de medyaya yansıyan kadın cinayetlerinin yerel ve ulusal gazetelerden düzenli olarak çetelesini tutan Bianet’in verilerine göre; erkekler Ekim 2018’de en az 20 kadını ve iki çocuğu; 2018 yılında 199 kadını ve üç çocuğu; 2017 yılında 290 kadını ve 22 çocuğu öldürmüştür.
Transgender Europa’nın dünyadaki trans cinayetleri raporuna göre Avrupa’da birinci, Dünyada dokuzuncu olan Türkiye’de Ocak 2008 ile Nisan 2016 tarihleri arasında 43 trans kadın öldürülmüştür.
Avrupa Konseyinin kadınlara yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek amacıyla hazırladığı, 2011 yılında İstanbul’da imzalanan ve 1 Ağustos 2014 tarihi itibariyle yürürlüğe giren “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin onaylanması Türkiye için çok önemli bir adımdır. Şiddete karşı yürütülen mücadeleyi ve yasalardaki alt yapıyı değerlendiren ve şiddeti uluslararası platformda raporlamayı da içererek taraf ülkelerin uygulamalarının uluslararası denetiminin yapılmasının öngören İstanbul Sözleşmesi; kamusal ya da özel alanda kadına yönelik şiddeti, bir "insan hakkı ihlali" ve "kadına yönelik ayrımcılık türü" olarak tanımlamakta, "ev içi şiddet"i mağdur ve failler aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da "ev içinde veya eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında fiziki, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddetle ilgili tüm eylemler" biçiminde tanımlayarak şiddetin kapsamını genişletmektedir.
Kadınlara yönelik her türlü şiddeti önlemek için ülkelerin uluslararası sözleşmelerde yer alan yükümlülükleri yerine getirmeleri en temel sorumluluklarıdır. Türkiye için de CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi temel uluslararası metinlerdir. İstanbul Sözleşmesinde zorunlu kılınan kadın-erkek eşitliği, kadına yönelik şiddet ve karşılıklı saygı konularını her düzeyde eğitim müfredatına eklemek gibi ödevleri ve diğer tüm önlemleri en kısa sürede yaşama geçirmek gereklidir.
25 Kasın 2018’de "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Ve Uluslararası Dayanışma Günü"nde kadınlara yönelik şiddetekarşı mücadele ederken sağlık çalışanlarına yönelik şiddete ilişkin de sözümüz var!
Biz hekimler, şiddetle iç içeyiz: İşkence mağdurlarından çocuk istismarına, kadına yönelik fiziksel ve cinsel şiddete değin uzanan bir şiddet örüntüsünde çalıştığımız dal ne olursa olsun tanıma, muayene etme, rapor etme, tedavi etme gibi sorumluluklarımızı yerine getiriyoruz.
Bir toplum sağlığı sorunu olarak kabul edilen şiddeti önlemeye çalışarak bireylerin sağlığını korumaya çalışıyoruz.
Ancak biz hekimler ve sağlık çalışanları aynı zamanda, mesleğimizi uyguladığımız ve sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz için şiddete uğruyoruz, hedef gösteriliyoruz, çalışma yaşamından ihraç ediliyoruz.
Bugün aynı zamanda, 19 Kasım 2015’te Samsun’da, birlikte çalıştığı kadın çalışanına yönelik şiddeti önlemeye çalışırken öldürülen meslektaşımız Dr. Aynur Dağdemir’i anıyoruz.
Yıllardır uygulanan sağlık politikaları ve sağlık çalışanlarını hedef gösteren açıklamalar sağlıkta şiddeti olağanlaştırırken, talep edilen sağlıkta şiddet yasası yerine, dayatılan bir torba yasa; şiddete çözüm olmaktan uzak bir madde ile geçiştirilmiş, hekimleri işsizliğe, açlığa ve sosyal ölüme mahkûm eden bir başka maddesi ile de âdeta sağlıkçılara şiddet yasasına dönüşmüştür.
Dayanışma için bir arada olduğumuz bugün; hem sağlık çalışanlarına yönelik hem de bütün kadınlara yönelik şiddete karşı mücadele için tüm kurumları uluslararası ve ulusal normların ve standartların yaşama geçirilmesi ve denetlenmesi için görevlerinin başına davet ediyor ve sorumluluklarını anımsatıyoruz.
Biz kadın hekimler; kadınların şiddete uğramayacağı, öldürülmeyeceği, haklarının ihlal edilmeyeceği bir dünya için mücadele etmeye devam edeceğiz.
Ankara Tabip Odası
Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu