Bugün, Türkiye’de neoliberalizmi hayata geçirmek için dönemin hükümeti tarafından ilan edilen 24 Ocak Kararlarına karşı işçi ve emekçilerin tepkisini kanla ve şiddetle bastıran, sermayeye “gülme sırası bizde” dedirten, Amerikalı generallerin “bizim çocuklar başardı” dedikleri 12 Eylül faşist darbesinin 39. yıl dönümü.
12 Eylül faşist darbesi, tüm emekçilerin yoğun mücadeleler ile kazandığı haklarını yok etmekle kalmamış, toplumun sınıfsal, sosyo-ekonomik, kültürel ve ideolojik yapısını parçalayıp yeniden inşa görevini üstlenmiştir.
Türkiye’yi neoliberalizme uyarlama süreci cuntanın tank sesleri eşliğinde geçmiş, işçi ve emekçilerin yaşamları, anayasal hakları ve insan hakları asker postalları altında çiğnenirken, faşist darbenin ideolojisi olarak Türk-İslam Sentezi toplumun sosyolojik yapısında köklü dönüşümler için mayalandırılmıştır. ABD emperyalizminin siyasal İslam projesinin nüvelerini taşıyan “Yeşil Kuşak” projesi amacıyla toplumsal muhalefet cunta tarafından ezilmiş, “komünizmle mücadele” adı altında tarikatlar ve cemaatler kamusal alanda ve bürokrasi kademelerinde güçlendirilmiştir.
Mezhepçi, milliyetçi, muhafazakar ve otoriteryen politik kodları benimseyen siyasi hareketler 12 Eylül faşist zihniyetinin şemsiyesi altında kadro ve form değiştirerek varlığını ilerleyen yıllarda da sürdürmüştür.
Anayasa Referandumları döneminde ve gündelik politikada “darbelerle hesaplaşma” ve “askeri vesayetle mücadele” söylemlerini dile getiren siyasi iktidar, 12 Eylül cuntasının etik-politik mirasını siyasi vesayet ile devam ettirmektedir.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ile birlikte Türkiye adeta bir “sivil cunta” dönemini yaşamıştır. Parlamenter sistemi devre dışı bırakan, hukukun üstünlüğü ilkesini askıya alan ve kuvvetler ayrılığını tek adamlıkta birleştiren OHAL döneminde, çıkartılan kararnamelerle birlikte yüzbinlerce kamu emekçisi ihraç edilmiş, çok sayıda gazete, dergi ve kanal kapatılmıştır. Düşünce ve ifade hürriyetini kullanan “Barış Bildirisi”ni imzalayan yüzlerce akademisyen hakkında ceza istemi ile dava açılmış, gözaltına alınıp, tutuklanırken, başta pasaport tahdidi olmak üzere temel anayasal hakları askıya alınmıştır.
12 Eylül’ün politik izdüşümü niteliğindeki uygulamalar sağlık alanında da etkisini göstermiş, 1980’den sonra neoliberal yönetim mantığına göre sağlıkta sosyalizasyon dönemi kademeli şekilde sona erdirilerek sağlık “hak” olmaktan çıkarılmış, katkı-katılım paylarının önü açılmıştır. Sosyal güvenlik sisteminin piyasa koşullarınca belirlendiği neoliberal sağlık modelinde tamamlayıcı sigorta gibi özel sosyal güvenlik mekanizmalarının temelleri sosyalizasyon döneminin sona erdiği günlere rastlamaktadır.
Bugün hekimlere dayatılan mecburi hizmet uygulamasının hukuki ve idari kökleri de 12 Eylül döneminde atılmıştır.
Özel sektörün sağlık alanındaki hacmini büyütmesi, kamunun sağlık alanındaki payının küçülmeye başlaması 12 Eylül’ün idari mimarisine uygun şekillenmektedir. Kamu bütçesinden sübvanse edilen -Dr. Ata Soyer’in ifadesiyle- “sağlık fabrikaları” olan şehir hastaneleri projelerinin faturası yine kamuya ve yurttaşlara kesilmektedir.
Siyasi iktidar, 12 Eylül’de olduğu gibi bugün de keyfi ve içeriği belli olmayan “güvenlik soruşturmaları” eşliğinde yüzlerce genç hekimin emeklerini hiçe saymakta, kendilerini ve ailelerini cezalandırmaktadır. Yine yüzlerce hekim kamudaki görevlerinden OHAL Kararnameleriyle ihraç edilerek toplum nezdinde itibarsızlaştırılmakta adeta sivil ölüme terkedilmektedir.
Seçme ve seçilme, düşünce ve ifade, çalışma ve seyahat özgürlükleri gibi en temel anayasal haklar, dün 12 Eylül döneminde olduğu gibi, bugün de askıya alınmaktadır ne yazık ki...
Seçilmiş vekilleri, belediye başkanları ve parti yöneticilerini görevden alan, tutuklayan, cezalar yağdıran iktidarın izlediği aslında 12 Eylül’ün yol haritasıdır. Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediyelerine kayyım atayarak halkın iradesinin gasp edilmesi siyasi bir darbe değil midir?
“İyi Hekimlik”in değerlerini ilke edinmiş hekimler olarak; 12 Eylül’lerin, askeri ve sivil darbelerin bir daha yaşanmadığı bir ülke için emek demokrasi ve barışı savunmamız gerektiğinin farkındayız. Çağdaş, laik, demokratik ve eşit bir ülke için her türlü darbenin karşısındayız. Yüzyıllardır yankılanan “eşitlik özgürlük kardeşlik” şiarını yüksek sesle dile getirmeye devam edeceğiz!
YAŞASIN DEMOKRASİ!
KAHROLSUN FAŞİZM!
KAHROLSUN İSTİBDAT, YAŞASIN HÜRRİYET!