Türkiye’de hayati öneme sahip ilaçlarda uluslararası ilaç tekellerine bağımlılığın olumsuz sonuçları, ekonomik kriz ve döviz kurundaki dalgalanmalar ile birlikte daha çok hissediliyor.
Fiyatlandırma ve geri ödeme politikaları nedeniyle ‘kar paylarının düştüğünü’ öne süren ilaç şirketleri kritik ilaçları Türkiye pazarından çekmeye başladı.
İlaç/Euro kuru Temmuz ayında yapılan düzenleme ile yüzde 30,5 oranında arttırılarak 10,7 liradan 14 liraya çıkarılmıştı. Yapılan kur düzenlemesi ile hastaların ilaç fiyat farkları ve ödedikleri katkı payları artarken, İlaç Fiyat Kararnamesi’ndeki düzenlemeyle birlikte eczacıların mağduriyeti de artmıştı. Son dönemde yükselen döviz kuru nedeniyle kur düzenlemesindeki artışları yetersiz bulan ilaç şirketleri belli kalem ilaçları çekmeye başladı. Öte yandan eşdeğer ilaçların çoğunun hammaddesinin ithal oluşu, bu ilaçların piyasada bulunmasını zorlaştırırken, söz konusu ilaçlara erişimin güçleşmesi fiyatlarının da artmasına yol açmaktadır.
Son olarak basına yansıdığı kadarıyla, ilaca dirençli epilepsi hastalığı olarak bilinen Dravet sendromlu çocukların kullandığı ilaçlar son birkaç aydır piyasada bulunamazken, bulunan ilaçlardan ise yüksek oranda fark ücreti istendiği anlaşılmaktadır.
Tüm Eczacı İşverenler Sendikası’nın yakın zamanda yaptığı saha çalışmasına göre aralarında Parkinson, diyabet, astım gibi kronik rahatsızlıkların tedavisinde kullanılan ilaçların, antibiyotikler, ağrı kesici ve ateş düşürücülerin bulunduğu 81 kalem ilacın Sağlık Bakanlığı depolarında bulunmadığı tespit edilmiştir.
Böbrek, kalp, karaciğer nakli gibi ameliyatlar sonrasında akut organ reddini önlemek için ve kanser tedavisinde kullanılan hayati ilaçların tedarikinde ve temininde yaşanan sorunlar, hastaların hem hayatını hem de ekonomik durumunu olumsuz etkilemektedir.
Halkın sağlığı hiçbir koşulda ilaç tekellerinin insafına terkedilmemelidir. İlaç fiyatlarının tekeller tarafından belirlendiği koşullarda halkın sağlığı da pazar stratejilerine kurban edilmektedir, bu durum kabul edilemez. Önceliği daha çok kar etmek olan ilaç şirketlerinin maliyet hesapları nedeniyle yurttaşlar sağlığa giderek daha fazla para harcarken, buna rağmen çoğu yaşamsal ilaca da erişememektedir.
İlaçta yaşanan kur krizi ve KDV'nin etkisiyle birlikte yurttaşların cepten sağlığa harcama tutarı artış göstermektedir. Yüksek enflasyon ve düşük ücretler nedeniyle geçim sorunu yaşayan yurttaşların sağlığa yaptığı cepten ödemeler bütçelerini daha çok sarsmaktadır. OECD'nin yaptığı araştırmaya göre, üye ülkeler arasında ailesini geçindirmekte en çok zorlanan ebeveynler Türkiye'de yaşamaktadır. Araştırmaya göre ailelerin yüzde 70'inden fazlası temel ihtiyaçlarını karşılayamamaktan endişeli iken Türkiye, yüzde 47'lik OECD ortalamasının çok üzerinde yer almaktadır. TÜİK Tüketici Fiyat Endeksi (Haziran 2023) araştırmasına göre ise ana harcama gruplarına göre yıllık değişim oranları incelendiğinde sağlık harcamaları yüzde 65.69'a çıkarak, ikinci sırada yer almaktadır.
İlaç politikasını piyasa koşullarına teslim etmek halk sağlığını ve toplumun refah düzeyini olumsuz etkilemektedir.
Ne Yapmalı:
*Gelişmiş ülkelerdeki geri ödeme sistemindeki ilaç politikasında olduğu üzere yaşamsal ürünlerin vergileri sıfır veya bir olarak uygulanmalıdır.
*İlaçta dışa bağımlılığa son vermek üzere, ulusal ilaç üretimi için gerekli kamu yatırımları yapılmalıdır.
*Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından 2022 yılında yeniden açılacağı duyurulan, eski adıyla “Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü”, yeni adıyla “Hıfzıssıhha-Türkiye Aşı ve Biyoteknolojik Ürün Araştırma ve Üretim Merkezi” bir an önce kamu yararı adına faaliyete geçmelidir.