Adalet Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de 355 hapishane bulunmaktadır. İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) 2020 verilerine göre bu cezaevleri normal kapasitelerinin %20’sinden daha fazla mahpus barındırmaktadır. Cezaevlerinde yaklaşık 300 bin tutuklu ve hükümlü mahpus bulunmaktadır. Ayrıca cezaevlerinde sayıları 150 bine yakın sağlık çalışanı, ceza infaz personeli ve güvenlik görevlisi görev yapmaktadır. Cezaevleri, tıpkı kışlalar, çocuk esirgeme kuruluşları gibi bir arada kilelerin bulunduğu ve bu tür pandemiler için en yüksek bulaşıcılı risk olan alanlardır.
Türkiye’deki cezaevlerinde; yaklaşık 450 bin kişinin sürekli bir arada kaldığı, Koronavirüs (Covid-19) salgınından toplumun diğer bireylerine göre olumsuz etkilenme ve birbirlerine bulaştırma olasılığı yüksek olan dezavantajlı bir kesim bulunmaktadır. Diğer önemli bir dezavantaj da sayıları az olan kampüs cezaevleri dışındaki tüm cezaevlerinde sağlık çalışanının bulunduğu zamanın çok kısıtlı olmasıdır.
DSÖ, Sağlık Bakanlığı bilim kurulu, sağlık meslek ve emek örgütlerinin ve uzmanlık derneklerinin önerilerine göre en temel yaklaşım, insanların birbirleriyle fiziksel teması en aza indirerek virüsün hasta kişiden sağlıklı kişiye bulaşmasının azaltılmasıdır. Yani hastalığı önlemenin en etkili yolu uygun bir şekilde karantina, izolasyon ve fiziki uzaklık uygulamasıdır. Hapishane koşulları ve uygulamalar göz önüne alındığında tutuklu ve hükümlülerin gerekli fiziki uzaklığı korumaları mümkün değildir. Tutukevleri toplu yaşanan; havalandırması iyi olmayan mahpuslar arası önerilen fiziki mesafenin mümkün olmadığı, mahkumların bireysel korunma önlemlerini alma inisiyatiflerinin bulunmadığı mekanlardır. Diğer yandan, sağlıklı/dengeli beslenme, kişisel hijyenin sağlanması konularında ciddi sıkıntılar barındırmaktadırlar. Türkiye’deki hapishanelerin önemli bir kısmında günlük temel bakım ihtiyacı için gerekli sıcak ve soğuk suyun düzenli şekilde sağlanamadığı, ekonomik sıkıntı yaşayan mahpusların sabun, dezenfektan ve iyi beslenme olanaklarının bulunmadığı bilinmektedir.
Bilimsel veriler göre Covid-19 hastalığı 65 yaş üstü, kronik hastalığı olan, bağışıklık sistemi baskılanmış ya da zayıf olan bireylerde en ağır şekilde seyretmekte, tedavi ve bakım süreci ciddi sorunlar ve güçlükler barındırmaktadır. Maalesef, sayılan bu risk guruplarında mortalite oranının daha yüksek olduğu da bilinen bir gerçektir.
İHD’nin 2020 raporuna göre Türkiye’deki cezaevlerinde 590 çok ağır hasta; yalnız başına günlük kişisel ihtiyaçlarını karşılamayan, toplamda ise 1564 hasta mahpus bulunmaktadır. Bu mahpusların hepsi Corana virüsünün çok ağır seyredeceği hatta bulaşın ölümle sonuçlanabileceği yüksek risk grubunda bulunmaktadırlar. Bunlar derhal tahliye edilmelidirler.
Avrupa İşkencenin ve İnsanlık dışı veya Onur kırıcı Muamelenin veya Cezanın Önlenmesi Komitesi (AİÖK) belirttiği üzere; Yakın fiziksel temas virüsün yayılmasına sebebiyet verdiği için, tüm ilgili makamlar özgürlükten yoksun bırakma yerine alternatif yöntemlerin kullanılması yönünde iş birliği içinde çaba göstermelidir. Böyle bir yaklaşımın benimsenmesi, özellikle aşırı kalabalık kurumlarda zorunludur.
Toplumun her ferdi gibi tutuklu ve hükümlülerin de sağlık ve yaşam hakkı devletin sorumluluğundadır. Ceza ve tutukevleri normal koşullarda bile sağlık hakkına erişim konusunda çok ciddi engel ve sıkıntıların yaşandığı, mahpusların hastalık bulgularını ifade etmede, revire çıkmada, hastaneye sevk olmada sorun yaşadığı ortamlardır. Pandemi gibi olağan üstü dönemlerde bu hakka ulaşmanın daha da zor olacağı herkesçe malumdur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının amir hükümlerinden birisi de “tüm yurttaşlar hukuk karşısında eşittir” hükmüdür. Dolayısıyla insanlığa karşı suç işleyenler (İşkence yapma, zalimane ve insanlık dışı uygulama, çocuk istismarı ve tecavüzcülerin) dışındaki tüm tutuklu ve hükümlüler yeni düzenlenecek ceza infaz yasasındaki değişiklik kapsamına alınmalıdırlar.
Uluslararası insan hakları yasası uyarınca, Devletlerin halk sağlığına yönelik öngörülebilir tehditleri önlemek için adımlar atma ve hayati tıbbi bakıma ihtiyaç duyan herkesin bu bakımı alabilmesini sağlama yükümlülüğü bulunmaktadır. Alıkonulan kişiler açısından Devletin, Mahpuslara Muameleye Dair Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kuralları (Nelson Mandela Kuralları) tarafından düzenlendiği üzere, mahpusların fiziksel ve zihinsel sağlığını ve refahını korumak gibi bir görevi vardır.
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin de belirttiği üzere; Hükümetlerin, kriz planlarında mahpusları, personeli, ziyaretçileri ve tabii ki daha genel olarak toplumu korumak için alıkonulan kişilerin durumu üzerine eğilmesi hayati önem taşımaktadır. Giderek artan sayıda ülkede cezaevlerinde hastalığın baş göstermesi ve artış gösteren ölümlerle, yetkililer derhal mahpuslar ve çalışanlar arasında can kaybının yaşanmaması için harekete geçmelidir. Hükümetler bu krizde kaynaklar konusunda devasa gereksinimlerle karşı karşıya ve zor kararlar almak zorundadırlar. Ancak mahpusları parmaklıklar ardında unutmanın ve devlet olmanın yüklediği sorumluluklarla yapılabilecek çok şey varken özgürlüğünden yoksun bırakılmış, kendi özel yaşama alanı ve biçimiyle ilgili inisiyatif alma olanağı bulunmayan dezavantajlı mahpusları ihmal etmek, yapılacak olan infaz düzenlemesinde mahpuslar arasında ayrımcılık yaparak herhangi bir somut delil olmaksızın tutuklu bulunan muhaliflerin, siyasi tutuklu ve hükümlülerin ölüme terk edilmesi karanlık bir felaket olacaktır.
Ankara Tabip Odası
İnsan Hakları Komisyon